31 Aralık 2010 Cuma

2010 da neler oldu


bir yıl daha bitti... neler oldu neler değişti hayatımda

- yılın ilk aylarında şubat'ta hayatımın en büyük acılarından birini yaşadım.. en yakın arkadaşlarımdan birini motor kazasında kaybettim...

- haziran'da aşık olduğum adamla evlendim

- aralık'ta hala oldum

geri kalan küçük ayrıntıları yazmıyorum en önemlileri bunlardı :)

2010'da çok güzel şeyler olmasına rağmen geri dönüp baktığımda sıkıcı bir yıldı... heleki ilk birkaç ay yaşadığım o travmatik olay yüzünden kayıp geçti diyebilirim... benm gelinlik provasına gideceğim gün arkadaşımın ölüm haberi büyük sarsıntı oldu... ayrıca sürekli hasta ve yatakta geçen bir yıl dı. hatta geçen yılbaşı acil serviste iğne olduktan sonra arkadaşların kutlama için toplandığı eve gittik... yılın bahar aylarına kadar da bu böyle devam etti durdu, bahar geldiğinde zaten artık düğün hazırlıklarına başlamak gerekiyordu bir yandan okuldaki yıl sonu gösterisine bir yandanda kendi düğünüme hazırlandığım için çok yorucu oldu... fakat bu kez güzel bir yorgunluktu... ve güzel bir kına gecesi nikah ve düğünün ardından muhteşem bir tatille son buldu... yaşadığım onca şeyden sonra heralde fazlasıyla haketmiştim bunu...

bildiğiniz gibi yılın son aylarında yeğenim dünyaya geldi ve beni hala, sevgiliyi amca, annemi babane, babamı dede, abimi baba, gelini de anne yaptı... 6 kişilik ailemiz 7 kişilik oldu...

işte böyle geçti 2010 yılı...

2011 den istediklerimi içimden söylüyorum... buradan söyleyebileceğim tek şey 2011 de huzur ve sağlık istediğimdir... bunun dışında gelişen tüm güzel olaylar da kabulümdür :)

herkese mutlu yıllar... sağlıkla sevgiyle...

28 Aralık 2010 Salı

bu günlerde


bu günlerde gündemimde abimlerin bebeği olduğundan yüzümde gereksiz bir aptal ifadeyle dolaşıyorum... ee mutluyuz haliyle ve mutluluk insanı yaratıcılıktan uzaklaştırıyor... :) bu sebeple yazmak için bilgisayarı elime aldığımda bi süre o aptal ifadeyle bakıp duruyorum ekrana...

2 gündür beni sinirlendiren tek şey suların kesik olmasıydı... nihayet bugün akşam üzeri geldi... böyle şeyler gerçekten sinirlerimi bozuyor. yıl bilmemkaç ama hala 2 gün süreyle sular gidebiliyor, hemde pazar günü !!! sular kesik olunca içimden hiçbirşey yapmak gelmiyor, yemek yapsam bulaşık çıkacak, yemek yersem tuvalete gitmem gerekecek :) evi süpürsem, ardından silecek su yok... ne bilim işte su hayatmış gerçekten emin oldum...

bide su gitti ya, sanki çamaşır yıkamassam felaket olacak, sanki su gelinceye kadar beklersem banyo çamaşır dolacak ve bir daha hiç yıkayamayacağım... 3 parça çamaşır banyoda gözüme dağ gibi göründü... sevgili iski sitesinde suların bu sabah 7 de geleceğini yazsa da akşam üzeri geldi... ve sular gelir gelmez işe koyuldum... bugün bebişe gidecektim hep sular yüzünden evde onca çamaşırı bulaşığı bırakıp gidemezdim...

akşamdan beri yemek yap, kek yap, sarma sar, brokoli haşla derken yorgunluktan bitap düştüm.. tüm bu hazırlıklar yarın annemlere götürmek için... bol bol süt olsun diye... :)

hala olmak kolay değil arkadaş...

bir yandanda canım sıkkın... hayalini kurduğum şeyleri yapamıyorum... ya da olmuyor herşey yoluna girdi derken bişi çıkıyor işte... yılbaşı iyice yaklaştı... ve o yaklaştıkça yılbaşı planlarımdan bir bir vazgeçiyorum... hem zaten içimdende gelmiyor şu durumda...

kışı çok severdim ben ama hiç böyle kış görmedim. sabırsızlanıyorum bir an önce yaz gelsin... yaz gelince düzelecek sanki herşey.... umarım...

arkadaşlarımı özledim... en çok da bir daha geri gelemeyecek olanları....

26 Aralık 2010 Pazar

the holiday


bu filmi sinemada izlemiştim... böyle soğuk bir kış günüydü kız arkadaşlarla kararsız bi şekilde gidip sonunda başka güzel film bulamayıp bunu izlemeye karar verdik... aslında komedi filmlerinden pek hazetmem... kafa yormayan filmlerden hazetmem esas... ama işin içinde jude law ve kate winslet olunca vardır bu filmde bi numara diye düşünmüştüm...

yeni yıl arifesinde izlenecek güzel filmlerden biri, eğer yalnız ve umutsuzsanız mutlaka izleyin... bu filmi izlediğimde bende yalnız ve umutsuzdum :) ve filmden çıktıktan sonra uzun süre yüzümde bir gülümsemeyle dolaştım... aşkın insanın karşısına nerede çıkacağı belli olmuyor...

kate winslet'ın oynadığı karakterde kendinizden bişeyler bulacaksınız, cameron diaz'ın oynadığı karaterde de... aslında içinde dolu dolu aşk, ayrılık, gözyaşı mutluluk ve noel olan bir film ... yani içinde bişeyler bulmanız yüksek ihtimal...

ama bu pazar günü üstünüze bi battaniye alıp filmi izlemeye başlayın, eminim içinizde umut ışığı doğacaktır....

güzel keyifli sakin ve eğlenceli bir film... insan bu filmi izleyinde kar yağsın istiyor... aşık değilse aşık olmak istiyor... öyle işte... :) romantik komedi sevenlere şiddetle tavsiye edilir...

25 Aralık 2010 Cumartesi

dünyamıza hoşgeldin :)


aslında yorgunluktan geberiyorum ama bu haberi sizinle hemen şu anda paylaşmazsam çatlarım... bu akşam 16:30 itibariyle hala oldum :) minnacık elleri pembiş yanakları cin gibi gözleriyle dünyaya geldi bebeğimiz... kendisi çook cool... ağlamanın erkekliğe bok sürdürmek olduğunu şimdiden biliyor olmalı ki şu saate kadar henüz ağlamadı bilee :) sürekli annesini söğürmekle meşgul :) bu sebepten 2 gündür annemlerde ikamet ediyordum. dün gece 3 buçuk saatlik bi uykunun ardından sabah hastaneye gittik ve akşam üzeri teşrif etti bizim küçük adam :)

yani başta çok garip gelmesine rağmen. onu kucağıma aldığımda "evet yaa bu küçük insanın halasıyım ben" hissini yaşadım...

yalnız bütün o sancılar ve işlemler esnasında bizimkilerin yanında olduğumdan, acayp tırstım :S doğumhanenin kapısında döktüğüm gözyaşının haddi hesabı yok... bizim kurbağacık doğunca mutluluktan ağladım evet... fakat doğurmak zor zanaat arkadaş :) zor olmasına zor da o nasıl güzel bir koku nasıl güzel bir ağız burun.. tarif edilemez...

2 gündür uğramadığım evime geldim. bu gece dinlenip yarın sabah tekrardan yola koyulacağım kurbağacıkı görmeden duramamki şimdi... çok yorgun ama çok mutluyum... :)



21 Aralık 2010 Salı

fobi içinde fobi...


selamlar sayın bilokseverler... haftasonu istanbul'da deildim. çoook uzakta, trabzondaydım... bu trabzona 2. gidişim.. kendimi toparlayıp ta yazmak biraz zaman aldı. çünkü feci bir yolculukla vardık oraya...

yüksek fobisi olan bir insan için uçağa binmek ne demektir bilirmisiniz ? aranızda yüksek fobisi olanlar varsa ve mecburen uçağa binmek zorunda kalmışlarsa benim gibi, bilirler... ne kadar soğuk kanlı ve metiin olmaya çalışsam da hepsi ama hepsi uçak bi türbulansa girene kadardı.. ama ondan önce uçakta yeni bir fobim çıktı ortaya... ilk gidişimde pilot şimdi trabzon hava alanına inmek için alçalıyoruz dediği andan birkaç dakika sonra başıma ve boynuma ve dişlerime ve gözlerime öyle şiddetli bir ağrı saplandıki, ağrı sürekli yaklaşık 10 dk boyunca aynı şiddetle kafamın içinde dönüp durdu.. hayatımda yaşadığım en büyük ağrıydı... diş ağrısı kulak ağrısı migren ağrısı vs bu herşeyden daha şiddetliydi, öyle ki o yüksekten deli gibi korkan ben, o anda uçak düşse ağrım son bulur diye bile düşünebildim... tam ağrı hafifliyorduki birden uçak deli gibi sarsılmaya başladı, uçağın içindekiler aynı anda bağırınca artık dayanacak gücüm kalmamıştı psikolojik olarak çökmüştüm ağlamaya başladım. çaresiz hissettim kendimi, sevgiliye sarıldım ağladım... pilot kötü hava koşulları nedeniyle türbulans vs falan gibi bişiler zırvaladı o anda anlamadım bile. sonra gayet sert bir şekilde indik hava alanına... inincede bu kez sevinçtenmi bilmem yine ağladım biras... çok korktum çok... bir yandan baş ağrısı bir yandan sarsıntı ömrümden 10 yıl gitti...

hal böyle olunca dün geceki dönüş uçağımızın saati yaklaştıkça penisilin iğnesi olacağım zaman acil serviste beklediğim gergin anlardaki hissi yaşamaya başladım... neyseki dönüş uçağı sorunsuz ve ağrısız bi şekilde istanbul'a vardı... ilk gidişimdede aynı sorunu yaşamış dönüşte yine başım ağrımamıştı... istanbul'a dönünce ufak bir araştırma yaptım neden diye... genelde aktif allerjisi ve sinüziti olan insanlarda inişte böyle ağrılar oluyormuş.. evet benmde aktif allerjim ve sinüzitim var.. ama böylede ağrı olmazki :( neredeyse uçak fobimin önüne geçecek bu ağrının fobisi... çok şükür bi süre uçak yolculuğu yok... onun dışında haftasonu gayet güzel ve keyifliydi...

bu arada trabzonda gezinirken birde ne göriim kocaman bir mağaza, oxxo outlet ! şaşırdım indirim döneminde bile indirime girmeyen kolay kolay taksit yapmayan o ketum mağazanın istanbul'un hiçbiyerinde görmediğim kocaman bir outlet mağazası var trabzonda... ve gayet güzel çeşitler... birkaç şey beğendim ama en küçük bedenide bana büyük geldiği için almaktan vazgeçip çıktık... 29.90 tl ye çok şirin kaşe ekose montlar vardı... hani yolunuz düşerse uğrayın derim ben.. bu arada bilen varsa söyleyiversin istanbul'da da bir outleti var mı oxxo'nun ?

17 Aralık 2010 Cuma

benim sahilim...


dün hava ne kadar güzeldi değilmi ? ıslak soğuk... ve ben o havada dışarıdaydım, üstelik kış olduğunu unutmuşcasına tiril tiril vaziyette....

dün bazı işlerim vardı büyüdüğüm yere gittim... bazen çok özlüyorum orayı, ama gidince bir hayalkırıklığı yaşıyorum nedense, içim acıyor, bazı anılar geliyor aklıma.. bir daha asla tekrarı olmayacak anılar... gittiği yerden asla geri dönemeyecek arkadaşlar geliyor aklıma...

dün akşam eve döndükten sonra "kocam" la konuşurken yine canlandı o anılar ve içimi dökmek burada paylaşmak istedim yaşadığım yeri....

küçücük bir yerdi benm büyüdüğüm ilçe. deniz kıyısında güzel çaybahçeleri olan yazın dolup taşan kışın inin cinin top oynadığı minicik bir ilçeydi... biz yaz kış orada yaşayanlardandık, orada ilkokula, ortaokula, liseye gittim ben... büyüyene kadar istanbul'u hep çok uzaklarda bir yerlerde sanıyordum.. bizden yaşça büyükler taksim'i öyle anlatıyorlardı ki, korkuyordum... hayatımda ilk taksime gidişimi çok net hatırlıyorum... neredeyse 10 kişilik bir arkadaş grubuyla gitmiştik ve ben ayakta duramayacak kadar hastaydım... o kadar hastaydımki taksimi gözlerim kapalı ve iki arkadaşımın kollarında gezdim... sanki ne zorum vardı ki... bayrama çok yakın bir tarihti ve o taksim gezisini devam eden günlerde bayramda dahil yatakta geçirmiştim...

bu sebeple ilk gidişim demek biraz anlamsız olacak, ben size özgürce ilk gidişimi anlatayım... liseden bir arkadaşımla karar verdik gitmeye orada diğer arkadaşlarla buluşacaktık... meydana ilk indiğimde gördüğüm şey travesti olmuştu, ve ben sanki tarkan'ı görmüş gibi şaşırmıştım... bildiğiniz saf köylü kızıydım ben... travestilerin gay'lerin sokakta böyle rahat dolaşabiliyor olması beni hayrete düşürmüştü.. onları yadırgadığımdan değil, çevrenin onlara tepki vermemelerine şaşırdığımdan.... ve korkmuştum çok korkmuştum sağıma soluma baka baka yürümekten önüme bakamıyordum... biri çantamı çalarsa biri taciz ederse diye korkmaktan tadını bile çıkaramadım özgürlüğün... ilk gidişte bokunu çıkarmamak için erken döndük evimize... ama hayran kalmıştım. o binalar, tramvay, kilise,tarihi.. herşeyine hayran kalmıştım... zaten tarihi seven biri oldum hep...

bakın konu nerden nereye geldi ben size büyüdüğüm yeri anlatacaktım...

benm büyüdüğüm yerde herkes birbirini tanırdı, sıcaktı sevimliydi bu yüzden, orası istanbul'a bağlı ama istanbuldan bağımsız bambaşka bir yerdi.. biz yaz oldumu 10 15 arkadaş denize gider, akşamları "halil'in yeri"nde toplanır çay içer gece geç saatlere kadar muhabbet eder. arasıra pikniğe gider, arasıra kumsalda kafayı çeker... kışın ise "feride abla"nın yerinde muhabbete gider, biri darbukasını alır, diğeri gitarını, bi başkası bendir kapar gelir kalan herkes vokalde... dışarıda lapa lapa kar yağarken biz içeride kuzine başında minicik yerde 30 kişi dibine kadar eğlenirdik.... oradan çıkıncada inin cinin top oynadığı çarşı içinde kartopu oynayarak eve doğru yol alırdık... o zaman eksiksizdik, tamdık... bir tiyatro grubumuz vardı, bütün kış çalışır oyunlar çıkarır salonları tıka basa doldururduk.. orada kışın yapılacak çok sosyal aktivite yoktu bu yüzden büyük ilgi görürdü tiyatro... bir salonumuz vardı bizim emektar... benm ilk sahneye çıktığım salondu, kulisini unutamam;

kızlar kulisinde bir arkadaşımla aynanın karşısında saatlerce yüzümüzü şekilden şekile sokup, kendi halimize gülüp duruyorduk.. yalnız boyun kaslarımızı o kadar kasmışız ki ertesi gün ikimizde konuşamıyor, esneyemiyor, gülemiyorduk... hoca'dan sağlam azar işittik bu yüzden...

o sahnede oyuna saatler kala gider dekor kurar yemek yer şarkı söyle eğlenirdik... deli gibi eğlenirdik... yenisini yapmak için o salonu yıktıklarında belki hiçkimse bizim kadar üzülmedi.. veya benim kadar... hala oradan geçerken orada olduğunu durduğunu hayal ediyorum.. yerine yapılan yeni okulun yerinde hala eskisinin olduğunu.... sahneyle beraber anılarımıda yıktılar....

bu yazın cıvıl cıvıl olan ilçeyi nedense ben kışın daha çok severdim... o ukala ve burnu havada yazlıkçılar yokken orası daha güzeldi daha bizbizeydik... kışın dalgalarını, denizin kokusunu... tirtir titreyerek kendimizi bir yere atmamızı... herşeyini çok severdim...

yazın tek sevdiğim şey sahile kurulan tezgahlar, gümüşçüler, yazdan yaza görebildiğimiz bazılarıyla arkadaş olduğumuz tezgah sahipleri... hamakçılar :) sahildeki restoranlrda yapılan düğünlere iştirak ederdik halay çekerek... :) öyle bir tur halay çeker sonra yola devam ederdik... kumsalda ateş yakıp gitar çalmadık biz hiç... :) nedense kumsalda sadece içtik.. bazende romantik buluşmaların seslendirmesi için, yani yine eğlenmek için gittik kumsala... nedir bu romantik buluşmaların seslendirmesi ?

şimdi mutlaka kumsalda romantik dakikalar geçirmek isteyen bir çift olurdu. biz onları tam görüş mesafemize alıp, yaptıkları hareketlere göre seslendirirdik... acayp eğleniyorduk bunu yaparken.. bazen çiftlerden birinin durumu farkettiğide oluyor, o zaman durumu hemen lehimize çeviriyorduk...

kışın okuldan kaçardık bazen, yine sahile gider boş boş turlardık sabahın köründe ve soğuğunda... hayatımız denizdi sahildi orada.. bizim için gezmek eğlenmek demek, sahile gitmek demekti... sahilimiz bize yetiyordu... başka bir ortam başka heyecanlar aramadık hiç.. bu yüzdendir benim taksim'le istanbul'la geç tanışmam...

dün yine gittim ailem hala o tarafta yaşıyor benim.... gittim ama bu yağmurda bu soğukta ve yılın bu ayında, gereksiz derecede kalabalık ve yabancı... tanıdık bir yüz aradım etrafta.. tabiki aşina olduğum yüzleri gördüm... fakat eskilerden tanıdık birilerini aradım.. şöyle iki kelam edebileceğim beni eski günlere götürecek... bir arkadaş girdi oturduğum yere... görür görmez gülerek geldi yanıma... eskiden görsem "merhaba" deyip geçebileceğim samimiyette biri.. beni ne kadar mutlu etti...

işte böyle sayın bilokseverler... benm memleketim benim kasabam benm köyüm böyle bir yer :)

heeeeee tüm bunlara rağmen ben yüzme bilmiyorum... :)


14 Aralık 2010 Salı

kediler ve çöp(m)adam


canlarım ciğerlerim... dün sağ işaret parmağımı rondonun bıçağıyla doğradıktan sonra şuan bu yazıyı çok zor şartlar altında yazdığımı belirtmek istedim... :(

ne derece kedisever bi insan olduğumu her seferinde söylüyorum. geçen gece rüyamda zilliyi gördüm :( zilli benim kedim.. kedim di daha doğrusu. ayrılırken salya sümük ağladığım aradan neredeyse 2 sene geçmesine rağmen hala rüyalarıma giren :( çok seviyordum onu çocuğum gibi seviyordum... neyse daha fazla devam edersem ağlayacağım :(

şu ara sevgiliyle yaşadığımız evde ortam hiçte müsait olmadığından.. evimiz iki kişinin bile yaşamakta zorlandığı küçüklükte olduğundan :) kedi sahiplenemiyoruz bende sokaktaki kedilerle avunuyorum... allahtan kedisi bol bir semtte yaşıyoruz... :D

evde kedimiz yok henüz ama kedileri hatırlatacak herşey var :D bunlardan sadece 2 adet paylamak istedim sizlerle...

bu yukarıda gördüğüüz kara kediyi geçen haftasonu paşabahçe mağazasından aldık.. sevgiliyle görür görmez vurulduk kendisine.. fotoğraf makinamı geçen yaz şelale sularına düşürdükten sonrab çok net çekmesede aslında çok güzel bir kedi... :D

onun yanındaki kedili kase ise geçen yaz ki cunda tatilimizden.. ayvalıkta çarşıda akşam üstü kurulan tezgahlardan birinden bunu ve bir adette magnetini almıştık.. güzel tarafı tezgah sahibinin kendisinin yapıyor olması...

daha öncede bahsetmiştim belki ama ayvalığa yolunuz düşerse çöp(m)adam'ın atölyesine uğrayın.. her taraf kedi dolu tezgahların üstü masaların altı.. kadınlar bu durumdan hiç rahatsız değil, kedilerle beraber mutlu mesut çalışıyorlardı :D atölyenin kurucusu tara hopkins her kediye bir isim koymuş ve hepsinin isminin bir anlamı var... mesela ajda diye bir kedisi vardı , neden ajda diye sorduğumda;

- bazen çok güzel şarkılar söylüyor bazen ise çirkin sesler çıkarıyor ondan, dedi :D

tara hopkins çok esprili ve eğlenceli bir kadın... çöp(m)adam'a gidipte elimiz boş çıkmak olmazdı, oradan bir bozuk para cüzdanı aldık bizde.. herkes çok beğeniyor ve bende severek kullanıyorum cüzdanımı...

yine yaz gelsede cundaya gitsek :(

13 Aralık 2010 Pazartesi

haftasonu derlemesi..


çok yoğun bi haftasonu geçirdim...

cmts taze gebe arkadaşıma davetliydik.. oraya abimlerde geldi sağım solum önüm arkam gebe... doğurmayan sobe :P

abimin eşi de malumunuz hamile olduğunda gecenin gündemi doğum ve bebek hazırlıklarıydı.. ben ve bir diğer arkadaşımız daha hariç geceyi 2 gebe 2 hala olarak tamamladık.. erkekler balkonda poker oynarken bizde onların dedikodusunu yaptık kehkehkeh... bunları okuyan sevgili hemen yarın akşam gelip bana baskı yapacak biliorum ama sölemicem.. hemen buradan da bunu belirteyim dedim... :D bu arada gecenin sonunda inception'u bir kez daha izledik... ben ve sevgili izlemiştik filmi zaten fakat diğerlerinin hatrına b,i kere daha izledik hem zaten bu filmide ancak 2 kere izleyince pekiştirebildik :D

pazar sabahı ise başka bir arkadaşın evine kahvaltıya davetliydik, ve erenköye'e gittik. bir önceki gecenin yorgunluğundan ve tabiiki bizim tembelliğimizden kahvaltı öğlen yemeği kıvamında oldu. kahvaltıdan sonra beyler maç izlemek için çıkınca bizde wii'de tenis, golf, boks ve bowling oynadık ama boksta ne kadar muhteşem olduğumuda görmüş oldum 7-8 round nakavt olmadan, bırakın nakavtı yere bile düşmeden tüm rakiplerimi ezip geçtim.. heytt be muhammed ali babammıydı bee diye bi havayada girmedim değil :P işin acı tarafı şuan iki kolumuda kullanamıorum :( öyle kaptırmışımki boksa, şuan kollarımın iç dirsek kısımları kesilmiş gibi ağrıo :( neysede güzel bir pazar günüydü...koca koca insanlar olduk hala guitar hero, wii, ps oynamaktan kendimizi alamıyoruz... ruhumuzdaki çocuğu umarım hiç kaybetmeyiz...

11 Aralık 2010 Cumartesi

bu dizi kokmaya başladı


bu fatmagülün suçu ne dizisindeki kerim varya çok beğenirdim ben onu, taaa türkiyenin yıldızları yarışmasından hayranıyım... ama şu sıralar tiksinmeye başladım kendisinden... hayır hayır dizideki rolü yüzünden deil... bu kerim'i geçen kış sultanahmette görmüştük sevgiliyle... böyle ince dal gibi bi adam, birde 2 metreye yakın boyu var... ama nedense dizide sanki öküz yavrusu gibi görünüyor, bi kere rahat 100 kilo var gibi.. alakası yok... zayıfçacık adam :)

neyse sadede geliiim hemen, neden kerimden tiksinmeye başladım? adam dizi başladığından beri aynı pantolon, aynı kazak ve aynı montu giyiyor.  ister istemez izlerken leş gibi koktuğu fikri oturuo aklıma, ulan bi insan aynı kıyafeti 5 ay giyerse kokmazmı öğğğk... yahu bu diziler filmler türkiyede çok hafife alınıo yapımcılar tarafından, bakınız ben nasıl kaptırıorum kendimi.. şimdi kim ne derse desin o adam benim için leş gibi kokan bi adam... öfff... bak burnuma geldi kokusu :S

şimdi ben fatmagül olsam ona bakmam tabi... zaten adam fiilen de iğrenç bide böyle pis pis gezince o kız ona nasıl aşık olsun.. hadi oldu diyelim o aşk nasıl inandırıcı olsun seyirci için... ben inanmam, artık yapımcı kıçını yırtsa ben fatmagülün o adama aşık olacağına inanmamm... 

yani kendisine tacavüz girişiminde bulunun bi adama aşık olabileceğine bile inanırım ama , 5 aydır aynı kıyafeti giyip ortada kokarca gibi dolaşan adama aşık olacağına inanmam inanamam....

fatmagülü anladık o eteğin altından görünen, siyatiği olan teyzelerin kıçından çıkarmadan giydiği tayttan giyen, onada bi anlam veremedim dizi başladı bitecek, bi fatmagülün kıçındaki eteğin altından görünen tayt bide kerimin kıyafetleri değişmedi gitti....

fatmagül bir moda akımı yaratmaya çalışıyorsa şayet az kaldı başaracak.. bakın ha görürsünüz fatmagülün taytlı eteği moda olmassa bende simone deilim... 

fatmagülün suçunu anladıkta kerimin suçu ne ? adam dizi uğruna adını çıkaracak... haftaya da aynı kıyafeti giyerse dahada izlemem diziyi ben :P



10 Aralık 2010 Cuma

solgun bitkin yinede ümitli :(


dün geceki postu girdikten sonra acayp bi mide bulantısı ve karın ağrısına tutuldum... hemen yattım çünkü uyursam geçer sandım... uyudum da zaten uykumda vardı :( ama sabah 5 te uyandığımda hala acayp derecede midem bulanıyor ve karnım ağrıyordu...  bu hissi biliorum geçen yıl acil serviste sonuçlanan gecelerdede böyle olmuştum hep.. ama bu kez ateşim falan çıkmadı.

kalktım banyoya gittim kustum kustum kustum.... ehehehe şuan karın kaslarım ağrıo kusmaktan :D karın kaslarınızı geliştirmek istiorsanız bol bol kusun arkadaş :D

yalnızlığın en kötü tarafı hastayken size bakacak birinin olmaması :( hatta yalnız yaşayan yalnız kalan üniversitede okurken hasta olan askerdeyken hasta olan tüm arkadaşlarıma hep çok üzülmüşümdür ben... :( hastalığa o kadar üzülmem ama bilirim yalnızken hasta olmak çok koyar insana, annesini özler :( onun ilgisini, etrafında pervane oluşunu... annemi aramak istedim ama paniklemesin diye aramadım. zira gece banyoya gittikten sonra baya rahatlamış vaziyette uykuya dalmışım.. sabah kalktığımda iyiydim, sadece biraz bitkindim... sanırım bişey bozdu midemi... dün annemlerle beraber olduğumdan meraktan annemi aradım acaba onlarada bişi oldumu zehirlendikmi noolduk diye... annem turp gibi maşallah ama bizim gelinde aynı sorunu yaşamış sabah... demek bizi dün beraber yediğimiz bişi bozdu :D

neyseki iyiyim şuan... biraz yorgunum birazda karın kaslarım acıo o kadar :D bide sevgili gelecek o bakar bana.. anneme iyiyim ben bişeyim yok dedim :D hatta bi anda öyle iyi oldumki akşama şöööyle asmalımescite doğru gidip, oraların havasını bi soluyasım var... :D tamam tamam kaşınıorum iyice dötü doğrultmadan bi yere gitmicem :P

çok yorgunum ve çok uykum var


evet çok uykum var cümlesini kurmayalı uzuuuuuuuun zaman oldu... biliyorsunuz ciddi uyku problemi yaşıyordum.. aslında hep sebebi psikolojikti ankara'ya gidiş gelişlerimizin sebebi sevgilinin bir sınavı içindi ve eğer olsaydı istanbul dışında bir yerde çalışmasını isteyebilirlerdi... tüm bunlar kafamın içinde büyüdü büyüdü.. olsa bi türlü olmasa başka türlü derken nihayet sonuç açıklandı.. kendimizi artık herşeye hazırlamıştık... olmadı :D

normal insanlşar bu duruma üzülebilirler ama sevgili de bende hiç üzülmedik...

ve artık herşey düzene girdi... dün sadece biraz daha çabuk uykuya dalmak için ilaç aldım hemde yarım... fakat bu ilaç nasıl bir kafa yapıyorsa.. ne zaman uyuduğunu nasıl uyuduğunu nereye yattığını bile hatırlamıyorsun... bu gün abimin eşi annem falan tahtakaleye gidecektik sabah erkenden... şu bebek doğduğunda dağıtılan nikah şekeri benzeri bebek şekerlerinden almak için... ehehe çok ciciler fotolarını çekip göztericem sizede...

neyse sabah onlar evden çıkınca beni arayacaklar bende onlar buraya yetişene kadar duş alıp hazırlanacaktım... sabah zınk diye gözlerimi açtım... bişi olmuştu, yataktan fırladım bi tur dolandım ve telefonu aldım .. sabah 8 buçukta aramış abimin eşi.. saate bi baktımki saat 9 buçuk.. eyvahhhhhh !! neredeyse gelmek üzeredir bunlar dedim aradım... bizim gelin yok daha evin oralardayız ee aradım konuştukya dedi... ehuehue sabah 8 buçukta biz çıkıoruz die aradığında konuşmuşuz halbuki :D ama hatırlamıorum... hemde hiç... :D nasıl tutuştum gelmişlerdir die... beni aradıktan sonra oyalanmışlar biraz ondan geç kalmışlar... neyse... gittik gezdik dolaştık... alışveriş yaptık.. tahtakaleyi çok seviorum yahu... hep ucuz denen yerler aslında bana hiç ucuz gelmez... ama orası gerçekten ucuz... şöyleki, geçen haftasonu paşabahçede gördüğüm ahşap çerezlik 15 tl iken tahtakaleden aynısını 5 tl ye aldım... 2 tane aldım hemde... sevgiliyle ne zamandır ahşap çerezlik arıyorduk, ben buraya taşınırken onun çerezliklerini eskidiler diye atmıştım da :/ dilinden kurtulmanın tek yolu yenisini almaktı.. ama yenisini almakta yetmez en güzelini almaktı.. nihayet bu derdimiz bittiii... :D

işte böyle yorucu bir günün sonunda eve külçe gibi döndüm... zaten çabucak yorulan tez canlı kelebenk gibi bi insanım ben :(

bide ilacın derin derin uyumam gereken yerde ben tam uykumu alamadan erkenden uyandığım için, şuan hem yorgun hem de acayp uykum var... işte bunu seviyorum... bu hissi seviyorum.. hayatta en mutlu olduğum zamanlar eşek gibi çalışıp eve yorgun döndüğüm zamanlardı, yorulmak bana bir işe yaradığım hissini veriyor.. :D 

belki aylardır ilk kez böyle kesintisiz ve rahat bir uyku uyuyacağım... herkese iyi geceler beybiler....

8 Aralık 2010 Çarşamba

LONDON


evvet bu akşamki misafirleri uğurladıktan sonraa twitter'dan sözünü verdiğim filmi anlatmaya başlayabilirim... yahu aslında hani diodumya uzun zamandır sinemaya gitmioruz çok özledim die... biz geçen bayram öncesi testere'ye de gittik ama onu yazma gereği duymadım eminim bir çoğunuz gidip izlemişsinizdir.. bunu deilse bile en azından bir tanesini izlemişsinizdir... testere aynı testere işte oyun içinde oyun.. zaten bi ezeli bide testereyi yazanlarla bi tanışsam ikisini el ele tutuşturup lunaparka yollıcam.. bu kadar oyun seven insanlar te allaam.. neyse şaka bi yana severim ben testereyi, hatta ezeli de :)

şimdi anlatacağım film LONDON

syd ve london'un aşk hikayesini anlatıyor film... ama bu aşk öyle laylay lom bir aşk değil... filmin çoğu london'un şehirden ayrılacağı için verilen veda partisinde, evin banyosunda geçiyor...

syd ve london bazı sebeplerden ayrılmış ama hala birbirini seven iki genç. syd uyuşturucu bağımlısı aynı zamanda garip bir de yanı var... syd deki bu garip şey ilişkilerinin bitme sebebi olmuş... 

film hem duygusal hemde çok eğlenceli... özellikle banyo sahneleri... syd'in hayatın en büyük problemlerini kendisinin yaşamadığını bir tokat gibi yüzüne vuran, banyoda beraber kokain çekerken tanıştığı garip adam ona cesaret verir ve syd hayatının kararını verir... ertesi sabah şehirden taşınacak olan london'u tekrar kazanmak için son şansıdır...

ee geri kalanını anlatmiim... favori filmlerimdendir london...

başrollerde jessica biel, jason statham ve chris evans oynuyor...

durun vurmayın...:P


çevremdeki hamile insan popülasyonu çığ gibi büyümekte, abimin eşinden sonra en yakın arkadaşımda hamile ! :) sevinçli haberi ben ankaradayken verdi.. "hadi gözün aydın hala'dan sonra teyze'de oluyorsun" dedi... o yetmedi benide hamile adaylarından biri yaptı, çünkü tam da o aradığında şiddetli baş dönmesi yüzünden eczaneye tansiyonumu ölçtürmeye gidiyordum... 

hayır hamile deilim tabiki... ama hala, teyze olma yolunda tam gaz ilerliyorum... :) yılın teyzesi, halası seçilmessem darılırım... kimse bu kadar ünvana böyle kısa sürede sahip olamaz çünkü... yakında başka haberleride almak ümidiyle beklemedeyim... :) daha çevrede hamile olmaya aday bi yığın yeni evli çift var... 

bu gün abimlere gittim.. artık bebek hazırlıkları başladıda bitiyor.. bebeğin karyolasını bir ikea çalışanı edasıyla gayet profesyonelce kurma girişimim başarıyla sonuçlandı... :D bu işinde üstesinde geldim.. hala olmak için tüm engelleri aştım tamam artık hazırım herkes doğursun start !!! :D

bebeğin aramıza katılmasına 2 hafta kadar kaldı.. giderken ona ciciler aldım... yalnız alırken anne olmaya hazır olmadığımı anladım.. alacağım bi bebe kıyafeti için tüm mağazayı seferber ettikten sonra.... bunun yakası dar öteki çok kalın,  diğerinin rengi kötü, şunu kumaşı dandik periyodik cetvel gibi bir mevsim cetveli çıkardım mağazada... 0-3 ay arası kıyafeti 3 aylıkken giyeceği dönemin hava sıcaklığı, alacağım kıyafetin kumaş yapısıyla ters düşmemeli.. 

giyeceği ay bölü kumaşın içindeki pamuk yüzdesi karekök eşittir hava sıcaklığı

√giyeceği ay /kumaşın pamuk% √= hava sıcaklığı

sonuç güzeldi ama ben beğendim.... hatta sadece ben değil aldığım şeyi herkes çok beğenmiş olmalıki mağazda bir tane kalmıştı... tüm kriterlerimede uyması bingo oldu... mağazadan ayrılırken satış temsilcisi, zavallı kurbanıma, "hoşçakal, görüşürüz" diyerek daha işkencemin son bulmadığının sinyallerinide verdim... o da anlamış olmalıki acı acı gülümsedi :D

hala olmak bana nedense çok afilli gelmişti ilk duyduğumda... "ya hani abla falan olsam ben" diye küçük emrahımsı bir bakış attım ama yemediler.... ya teyzede bi derecede sanki hala olunca 5 yaş birden çöktüm ben, çizgi film izlemeyi bıraktım, çikolatadan vazgeçtim, şekeri eve sokmaz oldum, hatta annemin evinde kalan biricik dostum kocaman oyuncak palyaçom hüsmenime bile pas vermez oldum... hatta hüsmenle hala olma haberini aldıktan kısa bir süre sonra göz göze geldik odada... " ne bakıon olum eşek kadar hala oluorum ben senlemi oynıcam alala" diye bile tersledim onu.... çok pişmanım...

bu gün gidince hüsmene sarıldım özür diledim ondan...

tüm çabalarıma rağmen anladımki hala olmak benim kaçınılmaz acı sonum... artık yapacak bişi yoktu, bizim gelinin karnı büyüdükçe, birde bebiş içeriden bize hareket çektikçe, sindirdim olayı... hala olmaktan daha mühim bişi vardı orda... ve o benim yeğenim olacaktı.. minicik elleri minicik kafası (gövdeye göre büyük kalsada) ve minicik bir kalbi olacaktı onun.. güzel yahu hala olmak... başta garipsedim ama şimdi alıştırdım kendimi... 

e yazgıda teyzede olmak varmış.. bu bünye bunada alışır elbet....

artık bundan sonra yenge, enişte, kayınço allah ne verdiyse hepsine hazırım.... 

anne olmak hariç :D




7 Aralık 2010 Salı

masalsı dünya


bilirsinizki masalları masal kahramanlarını çizgi dünyasını ne çok severim... en hayran olduğum insanın tim burton olduğunuda defalarca söylemişimdir... hatta bu sebepten bir dönem grafiğe animasyona ilgi duyup uzuuuuuuuuuun bir kursada devam etmiştim... ama sanırım kursun bana kazandırdığı tek şey sevgili oldu... o zaman tanıdım onu çünkü :)

blogum daha yeni sayılır... aslında blog yazmaya da yine sevgilinin teşvikiyle başladım.. önceleri "ne yazarımki ben" diyordum... aslında yazmaya yabancı değilim... tiyatroda oyunculuk yaptığım yıllarda tiyatro oyunlarıda yazdım... fakat burada hayatımı insanlarla paylaşmak garip geldi önceleri, çünkü gördüğüm blogların bir çoğu öyleydi... fakat sevgili "sen yazmaya başlayınca konusu ortaya çıkacak" diyerek beni cesaretlendirdi... aklımda güzel şeyler var planladığım şeyler, blogla alakalı... ama henüz erken diye düşünüyorum,henüz yeterli birikimim olduğunu düşünmüyorum...

şimdi gelelim esas konumuza, blog yazmak kadar zevk veren birşeyde sevdiğim blogları takip etmek.. bu gün bunlara bir yenisi eklendi... ve inanın onun hakkında mutlaka bişeyler yazmalıyım hatta benm takipçilerim arasında (henüz çok az olsakta) bilmeyenlerinde bu blogu mutlaka tanımaları lazım dedim...

adı SERNURETTA kendisi müthiş illustrasyonlar yapıyor... aslında belki onu biz tanımıyoruz ama bu çevrede çok tanındığını düşünüyorum... çizimleri gerçekten beni başka bir dünyanın içine soktu.. inanılmaz başarılı buldum... ve inanın bizim ülkemizde de bu işi gerçekten iyi yapan insanlar olduğuna inandım... çok renkli bir dünyası olduğu kesin... hatta çizimlerine bakarken kendimi bir tim burton filmindeymiş gibi hissettim :)

ayrıca Trabzon 2011 Avrupa Gençlik Oyunları maskotu yine onun ellerinden çıkma... ayrıca yaptığı bazı broşlar, galata LAZY BUTİK'te satılıyor... onun hakkında çok fazla yazmak isterdim ama burada artık susuyor ve sizi onun bloguyla başbaşa bırakıyorum... :)

http://sernuretta.blogspot.com/

5 Aralık 2010 Pazar

pazar sendromu


şu pazar günlerini oldum olası sevmedim... en sevdiğim gün hep cuma oldu benim.. mübarek gün diyemidir nedir bilmem :P cumaları bir huzur kaplar içimi.. ama pazarrr... pazar günleri hep karamsar sıkıcı ve sinir bozucu... ben pazar günü tatil modunada giremiyorum bir türlü ... öyle arada bir gündür ki pazar çıkıp dışarı gezmekle evde kalıp dinlenmenin kararsızlığını yaşarım ben... dışarı çıksam geç saatte dönüp ertesi gün işe yorgun gideceğimi düşünüp evde dinlenmeyi düşünürüm.. evde dinlenmeye başladığım anda ise "ulen haftanın bir tatil günü var ondada evdeyim" diye hayıflanırım.. ne yapacağımı bilemediğim günlerdendir pazar.. inanın pazartesiyi bile daha çok severim.. en azında bitmesini bekleyeceğim bir sürecin başlangıcıdır pazartesi.. hiç pazartesi sendromu yaşamam ben... bence en güzeli cumartesi gecesidir... ertesi gün tatil diye rakının biranın eğlencenin dibine vurulur sonra bir çorbacıda son bulur gece... ertesi gün de (yani pazar) akşam saatlerine doğru ancak kendine gelir insan..

fakat cumartesi çalışanlar için de akşamı pek enteresan geçer... o gün çalışmış olmanın yorgunluğuda vardır .. hani hafta arası bir gün akşam dışarı çıkmak ne kadar çılgınca geliyorsa cumartesi akşamı çıkmak ta o kadar mantıklıdır.. halbuki yorgunluksa aynı yorgunluk.. stresse aynı stres... o cumartesinin tadını sonuna kadar çıkarmalıdır, dibine kadar gezip tozup, elinden geldiğince geç yatmalıdır... ama..... o hafta arası bir türlü gelmeyen uyku, nedense hafta sonu erkenden geliverir... daha akşam yemeğini yer yemez gözlerin perdesi düşer ne kadar dirensende kendini yatakta bulursun... tüm haftanın yorgunluğu ve ertesi günün iş günü olmamasının rahatlığı rehaveti kaplar tüm bedeni... aslında ne cumartesi ne pazar, en güzeli cuma akşamıdır bu yüzden....

ben en çok cuma akşamlarını seviyorum bu yüzden.. pazar günleri benim için sadece maç ve spor programları demek.... dün geceden bir iki foto ile özetledim durumu... mutlu haftalar şimdiden...

4 Aralık 2010 Cumartesi

ankara ve sonrası


birkaç gündür yazmıyorum malum... son yazımı okuyanlar bilir ankara'ya gidecektim... gittimde.. ankara'nın en güzel tarafı dönüşüydü... hayır hayır ankara çok berbat bir yer diye demiyorum... ankara'ya ayak bastığım anda bir baş dönmesi bir mide bulantısı ki anlatmamın imkanı yok.. hayatımda böyle şiddetli başım dönmemişti hiç.. trenle gideceğimizden bahsetmiştim... tren yolculuğu çok güzeldi temiz, konforlu ve güvenli... tüm ulaşım türlerinden korkan ben, trende gayet huzurluydum...

sevgili sınava girdi ben onu beklerken inanın bir ara oturduğum yerde bayılacağım zannettim.. tren ne kadar huzurlu ve güvenilir olursa olsun benim uykusuzluk problemime çare olamadı tabi.. yine gidiş yolunda hiç uyumadım desem yeri var.. sabah 7 buçuk gibi ankaradaydık.. saat 12 gibi sevgili sınavdan çıktı ve dönmüş trenimiz gece 10 buçukta olduğundan ankara'yı gezdik biraz.

ankara eskiden daha bir güzeldi... daha nezihti sanki... şimdi öyle gelmedi bana... garipsediğim istabuldan farklı bulduğum bişey yok.. herkes aynı ankara'da istanbul gibi karışık bir şehir.. gördüğüm kadarıyla, asker, öğrenci ve dışarıdan halk çok...

neyse cnm biraz rahatsızlıktan birazda yorgunluktan belkide çok tadını çıkaramadık tabi... akşam üzeri oturduğumuz bir kitap cafede istediğim makarnayla 3 kişi doyardı... yalnız oturduğum anda başlayan baş dönmem orada dahada tavan yaptı ve artık dönüş saatini iple çeker oldum.. orada girdiğimiz bir eczaneye tansiyonumu da ölçtürdüm fakat gayet normal çıktı... ben günlerdir süren uykusuzluk olabileceğini düşünüorum.. veya şeker... şayet eczacı hanımda aynısını söyledi.. aslında burada bir ara şekerime baktırmam lazım fakat onun için de önce iyice toparlanmalıyım...

dönüş saati yaklaştı saat 10 buçukta trene bindik... okumak için bişiler de almıştık yanımıza fakat o kadar bitkin ve hastaydımki artık kendimi yatağa ne ara attım ne ara uyudum inanın hatırlamıorum.. günlerdir uykusuzluk yaşayan ben sabah 7 ye kadar kesintisiz uyumuşum uyandığımda tren istanbuldaydı...

trenden indikten sonra sevgili işe döndü bende deniz otobüsüyle eve... deniz otobüsünde de gözlerim kapanıp duruyordu.. kendimi eve attım ve sabah saat 10 gibi tekrar uykuya dalmışım... uyandığımda akşam 5 olmuştu... bütün o hastalık yorgunluk ve uykusuzluğun acısıda bu şekilde çıkmış oldu... onca saat uyumama ramen gece yine yattığımda uykusuzluk yaşamadan uykuya daldım ve sabah normal bir saatte uyandım.. çok mutluyum... :D halbuki ilaçta almıştım ankara'da ama içmeye gerek kalmadı... :)

şuan hala hastalığın etkileri devam ediyor... hala tam olarak toparlayamadım ama şimdi bir vitamin ve sıcak bi banyoyla toparlayacağıma inanıorum... şükürler olsun :)

yukarıdaki resmi ankara tren garında çektim.. tren garları çok nostaljik çok seviorum...

bundan sonra da trenin olduğu her yere trenle gitmeye karar verdim... tavsiye ederim inanın çok rahat ve temiz... :) tek dez avantajı internetin sadece lokantada olması oda kaplumbağa hızında :P

bu arada bu kahve ankara'da sevgiliyi beklediğim kafede çalışan arkadaşın benim için yaptığı özel kahve... :) "ben size bir kahve yapayım da istanbul'dan geldiğinize değsin" dedi :) değdi de "istanbul'da böyle kahve içemezsiniz" çok iddialıydı yani.. ama kahve gelince görüntüsüne şaşıp kaldım... kahve kahve değil köpük dağından oluşuyordu reesmen.. görüntüsü sufleyi andırıyordu :) sırrını söyletemedim ama içtiğim en köpüklü kahveydi bu :) ellerine sağlık....

1 Aralık 2010 Çarşamba

gecelerin insanı oldum çıktım


gece hayatım artık tamamen raydan çıktı !!! dün sabah erken kalkıp anneme gittim.. belki erken kalktığım için uykum gelir ümidiyle akşam evime döndüğümde kendimi uykusuz değil, sadece yorgun hissediyordum :( ısrarla ilaç almıyorum... almak istemediğimden değil, hayatımın düzensizliğinde bir fırsat bulamadığımdan... 

herneyse dün gece yine saat 4 ü buldu uyumam... gelişme var diye sevinecektim. ben ne geceler gördüm sabahı güneşi görüp uyuduğum... ama sevinemedim maalesef... çünkü bu sabah 10 da uyandım ve herşey normal görünüyordu.. yataktan çıkıp salona geldim tv yi açtım ve izlemeye başladım... gözlerimi kapadım birazcık... açtığımda yemekteyiz başlamıştı :( yani akşam olmuştu...

allahım beni neyle sınıyorsun :( ya uyuyamıyorum ya uyanamıyorum... neredeyse son bir ayım kayıp...  yarın akşam sevgiliyle ankara ya gidiyoruz.. o sınava girecek bende onu yalnız bırakmayayım dedim... değişik olacak, hayatımda ilk kez tren yolculuğu yapacağım... belki değişik bişiler olması hayatımı biraz olsun hareketlendirir.. tüm bu düzensizlikler depresyondanmı kaynaklanıyor bilmiyorum, ama erken uyanamayınca kendimi çok mutsuz hissediyorum... belki yarın yazabilirim belki yazamam belki dönüşte bilemiyorum ama şimdiden herkese görüşmek üzere ve hoş kalın diyorum...