31 Ekim 2012 Çarşamba

leyla mecnun ve kireçburnu

ta taaaaaammm :)
bilin bakalım simone tatilde nerelere gitti...
asıl amacımız sarıyer taraflarını gezmekken kafamda yanan bir anahtar (bknz ampul demiyorum) bizi kireçburnuna götüdü... kireçburnunun nasıl bir yer olduğunu sonra anlatırım... kireçburnunu hiç bilmiyorum... amacımız tabiki "leyla ile mecnun" çekimlerinin olduğu mahalleyi, erdal bakkalı bulmaktı :) ama hangi mahallededir nasıl gidilir hiçbir fikrimiz yoktu... çünkü o amaçla çıkmamıştık yola... ve leyla ile mecnun'a, ismail abiye, erdal bakkal'a yürekten bağlı bu simone.. tamamen hisleriyle haraket ederek bakkalı buldu !
hatta arabayla mahallede yol alırken sevgiliye, "sanki şu köşeyi dönünce karşıma erdal bakkal çıkacak dedim ve ta taaaaaaaaaaaammmm :)


diziyi izlemiyor, yaşıyormuşum meğer... hayatımda gitmediğim bir yeri nasıl tazı gibi koklayarak buldum pes !


şu cama tıklayıp "nurteeenn, erdal nerede yine? dükkan niye kapalı" dememek için savaş verdim

biz tam fotoğraf çekecekken... ayının teki gelip arabasını onca yer varken tam da dükkanın önüne parketti...

erdal bakkal türbe gibi olmuş arkadaş ! ben başka insanlarında orada sırf dükkanı görmek için gelmiş olabileceğini düşünmemiştim.. ama çok kalabalıktı...hayatımda hiçbir dizi setine gitmemiş.. hatta bir sokakta denk gelince en uzaktan geçmeye çalışmış bir insan olarak.. bu tavrım beni bile şaşırttı :)


bu da mahallenin sakini rambo ! yani daha doğrusu benim köpeğim olsa adı kesin rambo olurdu...
yerim o şaşkın ifadeni ben !



işte o ev :) hemen dükkanın ilerisindeki sokakta... müze muamelesi gören o sevimli o güzel ev.. mecnun ve iskender'in evi...
ev de yaşayan yok tabiki... olsa eminim o ilgiden ve kalabalıktan çok rahatsız olurlardı... hatta dizinin çekildiği mahalle sakin kendi halinde ir mahalleydi ve gürültü yapıp insanları rahatsız ederiz diye ödüm koptu !


mecnun'un evinin kapısındaki bu yazı beni çok etkiledi, hayranlardan biri yazmış belli ki, hangimizin bir parçası mecnun'la değil ki be arkadaşım... :)


kireçburnu mahallesi masalsı bir yer tek kelimeyle, bunda dizinin orada çekilmesi de büyük etken evet... ama eminim bu dizi için buradan daha iyi bir yer bulunamazdı... inanmayacaksınız ama gözlerim doldu bi ara... biz oradayken herhangi bir çekim yoktu. belki bu yüzden, acayip bağlanmışım diziye yahu. o sakin ve boş hali acayip koydu bana :(

oraya gidip gördükten bikaç gün sonra evde otururken birden dilimden dökülenler " hayır ya olamaz, ben ismail abi'nin mecnun'un ve diğerlerinin gerçekte yaşamadığını kabul etmiyorum, orada bir dünya var ve bende orada olmalıyım" ehehehe sevgili tabiki delirmişim gibi baktı yüzüme... sanırım beni kireçburnuna götürdüğüne o an pişman olmuştur...

keşke ismail abi'mi de görseydim... söyleyeceklerim hazırdı.... "sus lütfen ! sus ki bu masaldan uyanmamayım :P"

30 Ekim 2012 Salı

My Name İs Khan

My Name is Khan




oldum olası hint sinemasını merak etmişimdir.. orada çok büyük bir sektör olduğu aşikar... fakat adamakıllı izlediğim tek hint filmi "my name is khan" oldu... ve sanırım başlancıgı en iyisiyle yaptım... şimdi artık hint sinemasına başka bir sempatim var...

her şeyden önce böyle bir filmin en azından birkaç ödülü hakettiğini düşünüyorum...

My Name is Khan
My Name İs Khan; asperger sendromlu müslüman Rizwan Khan'ın hikayesi...
asperger sendromu, sosyal ilişkileri kısıtlayan bir otistik bozukluktur... otizm'in bir çeşidi de diyebiliriz...
asperger sendromuyla ilgili ayrıntılı bilgiyi buraya tıklayarak edinebilirsiniz...
hindistanda, müslüman ve hindu çatışmasının yoğun olduğu dönemde henüz çocuk olan khan, hasta olmasına rağmen çevrede konuşulanlardan ve tavırlardan etkilenmektedir... sorumsuz ve katı bir babası olan khan için annesi kolları sıvar.. anlayışlı ve ileri görüşlü aynı zamanda çocuklarına aşkla bağlı olan anne.. khan'a insanların sadece 2 çeşit olduğunu söyler "iyi insanlar ve kötü insanlar" herşeyi onun anlayacağı en yalın dille anlatmaya çalışan anne, hangi dinden olduğunun bir önemi olmadığını nasihat eder...
 khan büyüyüp annesi öldüğünde amerika'da yaşayan kardeşinin yanına gider... orada gördüğü dul ve hindu bir kadın olan mandira'ya aşık olur... mandira başta bu yakınlığa ciddi bakmasada khan ve oğlunun nasıl uyum içinde olduğunu görünce kabullenir ve onunla evlenmeye karar verir. khankardeşine bu evliliği istediğini anlatacak fakat müslüman olmayan bu kadınla evlenmesi pek hoş karşılanmayacaktır... neticede evlenirler... herşey harikadır... mandira khan'ın hasta olduğunu bilerek onunla evlenmiştir onun bazı eksiklerini tamamlar... khan hastalığı sebebiyle, duygularını belli net belli edemez, ağlayamaz, üzülemez, tanımadığı insanlara dokunamaz, bazı sesler ve renklere takıntılıdır.. yinede evlilikleri güzel gider... ta ki.. 11 eylül 2001 de amerika da ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra müslümanlara olan bakış açısı değişene dek... mandiranın oğlu, khan soyadını aldığı ve üvey babası müslüman olduğu için okulda sürekli taciz edilir... yine bu tacizlerin yaşandığı bir gün kendinden büyük çocuklar tarafından dövülür ve hayatını kaybeder....
mandira artık bu ölümden khan'ı sorumlu tutmaktadır... khan'a "artık gitmeni istiyorum der"
khan ona ne zaman dönebileceğini sorar ve cevabı ; "tüm dünyaya ve hatta amerika başkanına, terörist olmadığını anlatıp ikna ettiğin zaman" olur...

khan bu cevabı ciddiye alır ve yolculuğu başlar...


My Name is Khan


film 3 saate yakın sürüyor.. ama bir sn bile sıkılmadan izliyorsunuz.. mandira'nın oğlunu kaybettiği sahne en dokunaklı sahnelerinden biri... filmde biraz forrest gump biraz yağmur adam aetkileri mevcut... ama din, siyaset ve ırkçılık konularının üzerine çok güzel işlenmiş kült bir film olmaya aday... 

khan tam olarak , insanların sonradan edinilmiş, kin, nefret, aşağılama vb duygulardan arındıktan sonra nasıl bir canlı olduğunun kanıtı...

filmin sloganı haline gelmiş

"benim adım Khan, ben bir terörist değilim" cümlesi aslında tüm filmi özetliyor... 

çok şey söylemek istemiyorum ama 3 saatlik dolu dolu bir film için ancak bu kadar kısa kesebiliyorum :)

izlediğinize kesinlikle pişman olmayacaksınız....

not : bu arada filmin başrol oyuncuları shahrukh khan ve kajol yönetmenimiz karan johar'ın vazgeçilmez oyuncularıymış...
yani bir tim burton vakası daha... nasılki her filminde helena bonham carter ve johnny deep yer alıyorsa...
shahrukh khan ve kajol'da beraber onlarca film çevirmişler

23 Ekim 2012 Salı

ses bir -ki

dinlemeyi, dinlerken söylemeyi en sevdiğim şarkıdır kendileri.... sevdiren sağolsun. kocam sağolsun... :)

11 Ekim 2012 Perşembe

Bİ SES VERİN HACI !!


sevgili 84 izleyici ! lütfen arada sesinizi çıkararak burada olduğunuzu belli edin de bende kendi kendime konuşuyormuşum hissi yaşamayayım...






bu da bu günkü ruh halim... çünkü... öyle


9 Ekim 2012 Salı

bu aralar...

biraz duygusalım....








istiyorum ki, şarhoş olayım.... sevdiğim birkaç kişiyle beraber....






8 Ekim 2012 Pazartesi

127 saat

çok etkilendim.. çok ağladım... çok çaresiz hissettim... sanki o kanyonun arasında ben kalmıştım.. sevdiklerim. annem, babam, eşim, abim, yeğenim herkes geçti gözümün önünden... yaşadıklarım, yaşayacaklarım... bu eğer benim başıma gelseydi, ya eşimin başına gelseydi dedim...

ölümden kötüsü var mı ? varmış...ölümü beklemek... ve filmde bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz... 


james franco'yu çok severim... neden bilmem..gözlerinin içi gülüyor adamın.. böyle gülen insanları severim genelde... bu filmdeki performansını çok beğendim... 


aron doğaya aşık bir dağcı... yürüdüğü toprağı, doğayı, kanyonları, kayaları avucunun içi gibi biliyor... doğayı çok iyi tanıyor.. ama yalnız çıktığı bir yürüyüşte büyük bir kanyonun içine düşüp onunla beraber yuvarlanan kaya ile kanyon arasına sıkışmasına engel olamıyor... çok iyi bildiği , çok sevdiği doğa onun sonunu hazırlıyor
ümitleri tükendiği anda yanındaki kamerasına, ailesine verilmesi için kayıtlar yapıyor


yürüyüşe giderken, bulamadığı için yanına almadığı bir çakının bu kadar önem taşıyacağını bilmiyordu tabi... bunu kör bir bıçakla kolunu sıkışıp kaldığı kayadan keserek çıkarmaya çalışınca bir kez daha anladı...

muslukta boşa damlayıp giden her su damlasının bu kadar değerli olduğunu bilmiyordu aron, yanındaki su tükendiğinde idrarını içmek zorunda kalınca anladı...

annesine ve arkadaşına nereye gittiğini söylemediği için bu kadar pişman olacağını da bilmiyordu... 127 saat, yani 5 gün boyunca düşünecek çok vakti oldu... pişmanlıklarını, hayallerini... keşkelerini...


işte o aron...

Aron Ralston hayali bir kahraman değil...

onun yaşadığı herşey sonuna kadar gerçek... önce kitap, sonra film haline getirildi... filmi izledikten sonra. Aron'un kanyonda kaydettiği gerçek görüntüleri youtube'dan izleyebilirsiniz... yüreğiniz dayanırsa...

film. hikayesi ve sountrack'i herşeyi çok etkileyiciydi...

dido'nun sesinden buraya tıklayarak müziğini dinleyebilirsiniz....

gerçek ve dokunaklı bir hikaye izlemek isterseniz... mendillerinizi hazırlayın...

imdb puanı : 7.8
sinemalar.com puanı : 8.6



2 Ekim 2012 Salı

hoşçakal eylül yine bekleriz !

geçen ay start verdiğim "fotolarla 1 ayın özeti"ne eylül ayı ile devam ediyoruuuum


abilerim ablalarım şu elimde görmüş olduğunuz nesne bir biber... tipinin böyle kayık olduğuna bakmayın... onu bize adapazarı'nın en organik bahçelerinden gettüleeer :)


hiç abartmıyorum şu hayatta içtiğim en güzel ayran budur kardeşim! ki ben ayran sevmeyen biri iken, beni ayrana aşeren bir insan haline dönüştürebilmiş... nerede bulacağınız konusunda bi fikrim yok. zira ben evin yakınlarındaki pideciden başka hiçbir yerde görmedim henüz..

ps: bu ayranın bide kutu versiyonu mevcut ama aynı tadı vermiyor arkadaş... bunu da alıp eve götüremiyorsunuz.. çünkü şişesi depozitoluymuş.. "şişeyi geri getiririm yau" deseniz de, illa ki oturup burada içeceksiniz diyolar.. "ee ayran içmişken yanınada iki pide ateşleyelim" demeden olmaz.. hep zarar hep zarar :/


iş çıkışı pideci. 
pideci bizim 2. evimiz oldu nerdeyse orada yatıp kalkıcaz. ama hala şu ayran şişesini eve bizimle yollamıyorlar ya acayip içerleniyorum...
bknz: kocam kederden ağlıyor...


bunlar benim 25 tl ye aldığım, zebrotik ve ayağımda yokmuşcasına rahat ayakkabılarım... payless diye bi ayakkabıcıdan kendileri.. kalitesi çok iyi değil haliyle.. ama sevimli, şık ve 3 milyaaar 750 milyoon çeşit ayakkabısıyla başımın tacı...


na bunlarda  zebraların 5 misli paraya aldığım ve ayağımı kramplardan kramplara sokan delicesine rahatsız hummel'lerim.


moda dediler aldık. kocaman taşlı süper parlak kolyem...
bir akraba düğününde takıldı, fekat bizim akrabalar modayı uzaktan takip ediyor olmalı, selamlaşıp öpüştüğüm herkesin gözü böğrümde "nereme bakıyo lan bu teyze" dedirten şekildeydi...

ehehe madem gözlerini alamıyorlar, bende "kocam bana kaşıkçı elması aldı" diye ortalarda dolanırım dedim... ve yaptım bunu...


zaten adamı seviyorum, bide çizgi romanını gördüm mü gözlerimi belerte belerte kocaya "buna bana alsanaa" diye yalvarmam mıııı...
bunun kitabını okuduydum ben yıllar evveli.. resmen aşk yaşamıştım kitapla.. sora ben bi gün bir şuursuza ağzımın sularını akıta akıta kitabı anlatınca, aldı ve gitti.. ne şuursuzdan ne de kitaptan bir daha haber alınamadı...

ps: frankenstein kitaptaki korkunç adamın adı değil, sanılanın aksine yaratıcısının adıdır.. ve kitap yine sanılanın aksine, felsefesi olan ve öyle çok da sıradan olmayan bir kitaptır....


işte benim minnak stüdyom ve yapılması gereken bir yığın iş... :/


minnoş bu resmi çekmeden önce yanıma gelmiş, arkam dönükmüş ben onu görmemişim ve miyavlamak suretiyle beni haberdar ederek "ben geldim kııııııııız" der gibi yüzüme bakmıştır...

ağzınıburnunuyediğim.


arap sabunu bol bulunca....

neyse...

ben bu kremi yüzüme süreyim diye aldıydım.. şöyle iyi böyle faideli diye övüp durdunuz... yüzümde erik kadar sivilceler çıkardı.... allah sizi bildiği gibi yapsın...
şuan kaşlarıma sürüyorum sadece !!!
evet kaşlarıma, çünkü krem sürünce daha düzgün görünüyolar.. ahahahah :)


ayy şu yeleğimin güzelliğine bakarmısınız yaa ! ben yaptım onu... bizim şirkette 2. kaliteler arasında buldum önce.. öksüz ve boynu bükük duruyordu.. ne düğmesi ne drop'u bi haltı yoktu.. ben yaptım herşeyini.. kendi ellerimle yaptım...
tasarımcıoldum.com :P


geçen hafta 1 gün evde yattım .. regl olduğum ilk gün yatak döşek yatarım ben... çok feci sancılı geçer.. genelde işteysem ağrı kesiciyle geçiştirmeye çalışsam da çoğu zaman psikolojik ve fiziksel olarak baya hırpalar beni.. bu konuda bi tavsiyeniz varsa söyleyin.. zira hayat zindana döndü bana...
neyse efem.. o günkü sabah kahvaltım şu tabakta gördüğünüz meyvelerdi... sonra regl sancısına bi de gaz sancısı eklendi 2 gün kıvrandım durdum...

ps: o minik yeşiller mandalina... ve mandalina benim en sevdiğim meyve...


bu beyaz leblebi için adam keserim... bunu ne kadar seviyorsam, kavrulmuş leblebiyi de o kadar gereksiz buluyorum...


fotoğraf gerçeği çok yansıtamasa da bu bar'ın dekoruna bayıldım... 
kadıköy'de bir bardı burası adını bi türlü bulduramadım... ama içkileri ucuz, garsonları çok rakçıydı...
ya bide duvarda bir antika arabanın yarısı vardı... iyiydi güzeldi falan...

eylül ayını da bitirdik...
zaten kendisini de sevmezdik pek... ne o öyle melankolik melankolik...

İNCENDİES ( içimdeki yangın )

İkizler Jeanne ve Simon'u karışık köklerini araştırmak için Orta Doğu'ya göndermek bir annenin son dileğidir. Wajdi Mouawad'ın beğenilen oyunundan uyarlanan Incendies, iki genç yetişkinin köklü nefret, sonu gelmeyen savaşlar ve kalıcı sevgiye yolculuğunu anlatan güçlü ve dokunaklı öyküsüdür


film için sinemalar.com da yazılan özet yukarıdaki gibidir... belki daha fazlasını yazmak yanlış...


bir insan, bir kadın, bir anne, acıya ne kadar dayanabilir ??




eğer ardında onu hayatta tutacak bir umudu varsa, sonsuza kadar.... son nefesini verene kadar dayanır...



user posted image

peki ya hayatta kalma sebebiniz,sizi ölüme götürürse??



incendies... içinizi paramparça edecek bir film... belki uzun süre etkisinden kurtulamayacağınız bir yapım... bir festival filmi... 
yönetmen'in filmi hristiyan, müslüman savaşından öte bir yerlere taşıması ve savaşın çok içindeyken, aslında çok dışında birşey izlemenize sebep olması takdiri hakediyor bence...

imdb puanı: 8.1

1 Ekim 2012 Pazartesi

BURGER DOSYASI

yemek yemek benim için sadece midemi doldurmak değil !
zevkle yapılmamış bir şey, yerken de zevk vermiyor... bu sebeple fastfood lardan hoşlanmıyorum...
ama hamburger'i çok seviyorum... çok seviyorum fakat bir burger king, bir mc donald's hamburger'i değil bu bahsettiğim :)
hamburger yemek benim için tamamen deneysel bir olaya dönüştü... sanırım bir gün amerika'ya gitsem, orada geçirdiğim her günü yerel hamburgercilerde hamburger yiyerek geçiririm :)
türkiye'de ise bu işi cidden artık güzel yapan yerler açıldı...

ilk göz ağrım tabiki dükkan burger :)
fakat şubeleşmek işi sanki biraz daha fabrikasyona çeviriyor... fabrikasyon mabrikasyon güzel mi güzel işte kardeşim :)

bebek dükkan burger biraz küçük bir yer... hadi yiyin de kalkın dedirten cinsten :) içeriyi biraz dağınık bulsam da hamburger köftemi nasıl istediğimi sormaları gönlümü çeldi.. ha bir de patates tabi ki.. patates benim için vazgeçilmez... dükkan burger bu konuda da gönlümü çeldi.. hamburgerin yanında servis ettikleri tombul parmak patateslere ve lezzetine bayıldık...
dükkan burger'in bebek dışında bir tünelde, bir de maslakta şubesi olduğunu biliyorum...
dükkan burger'de tercihim çakma kral burger oldu... lezzeti fena değildi, puanım 10/8... 





2. ama en güzeli, günaydın burger house
vallahi ne yalan söyleyeyim dükkan burger'inkinden daha güzeldi, ekmeği çıtır çıtırdı. burger de et kadar ekmek te önemli benim için.... benim tercihim Garlic Mushroom Burger oldu.
fakat söylemeden edemeyeceğim bir şey var.3 boyu olan bu burgerlerin, büyük boyu çok fazla gelir diye orta boy olanından istemem rağmen masadan aç kalktım :( yetmemişti yani... anlamadığım benim gibi kedi kadar yiyen bir insan bile doymuyorsa büyük, orta ve küçük diye 3 boy yapmanın ne anlamı var :(
neyse ki sonra oturduğumuz bar da biranın yanında bir kocaman tabak patates yedimde kendime geldim... demekki tek başına burger yeterli olmuyormuş. yanına mutlaka patates şartmış... ve ya burger house'un burger'i öyle güzeldi ki yemelere doyamadık :) puanım 10/9

bu da yediğim garlic mushroom burger'in görseli... omnomnom olsada yesek yahu :)







son olarak kitchenette'in hamburgerine değinmek istiyorum...
bence kesinlikle bir hamburger için o parayı vermeye değmez.. zira normal bir hamburger 23 tl ve benim damak zevkime kesinlikle uygun değildi.. bir daha yer misin diye sorarsanız, hayır yemem ! gerçekten güzel olduğu takdirde verdiğim paraya acımam ama buna acıdım.. çünkü hamburger'in yarısını yiyemedim.. çok ağırdı... hem zaten seçme şansınızda yok menüde sadece hamburger, cheeseburger ve chicken burger var... 
etini de beğenmedim... bu bence tam anlamıyla hamburgerci olmadığından kaynaklanıyor.. bir burger house , bir dükkan burger gibi olmasını tabiki beklemiyordum zaten... puanım 10/6

burger listemi genişletmek istiyorum.. daha nice nice burgerler yiyip değerlendirmek istiyorum.. var mı öneriniz? şuranında burgeri güzeldir diyebileceğiniz bir yerler ??