28 Mayıs 2011 Cumartesi
oh be !
27 Mayıs 2011 Cuma
çalsın sazlar !!!




alternatif sahne ve sonar sahnede de yine bi dünya ismin olduğu festival dolu dolu geçecek gibi...
26 Mayıs 2011 Perşembe
blogger beni hasta edeceksin :@
uzun zamandır explorer kullanmıyorum ben, çünkü ağırlığı ve her linki ayrı pencerede açması beni delirtiyor... düzenli insanım vesselam :P böyle hepsin bi çatı altında derli toplu olsun diye uzun süre önce opera kurmuştum ben bilgisayarıma... kısa yolları vs çok güzel, güzelde... geçen gün güncelledikten sonra o da sapıttı... yahu yeni sürümü yükleyince bazı şeyleri düzelmesi gerekmezmi? hay yüklemez olaydım... hay elim yükle butonuna basmayaydı :@
yahu blogger profilime operadan giremiyorum... bi şekilde explorer'dan girmeyi başardım ama, ondada kimseye yorum yazamıyorum... bu sorun bir an önce düzelsin istiyorum... blogger'ın zaten bi tarafına su kaçtı, bi de opera bana yamuk yapmasın...
velhasılkelam ne yapıciiim bilmiyorum... :(
ben kimseye yorum yazamıyorum... birileri beni okuyup yorum yazabiliyormu ?
24 Mayıs 2011 Salı
bi takım gariplikler

son dönemde google analytics hastası oldum... insanların benm sayfama hangi yöntemlerle ulaştığını ne kadar zaman geçirdiğini görmek son derece eğlenceli...
geçen gün sayfamda şimdiye kadar en faza zaman geçiren kişinin ne yöntemle ulaştığını görünce kafam karıştı :) nasıl bir kitleye hitap ediyorumki allahım !!
adam google'a "bülent ersoy müzik çalar seri şekilde dinle" yazıp nasıl ve ne şekilde olduğunu bilmediğim yöntemlerle benm sayfama yönlendiriliyor ve o muhterem şahıs benm sayfamda en fazla zaman geçiren kişi ünvanını almaya hak kazanıyor....
kutluyorum ve kendisinin emekleri karşılığı ona bülent ersoydan bir şarkı eşliğinde sesleniyorum
özleyen arayan soran olmasın
acılar bitmesin çilen dolmasın
gönül yaraların deva bulmasın
bendeeeeen başkasını seversen eğeeeeerrrr :)
kendisine teşekkürü bir borç bilerek beni izlemekten vazgeçmemesi mesajımı iletiyorum...
dün gece izlediğim son derece uçuk kaçık ve saçma, robert rodriguez , quentin tarantino ortak yapımı filmin etkisindenmidir bilmem acayip saçma bir rüya gördüm...
rüyamda eşim ve ben ormanlık bir alanda gayet normal bir aile gibi pikniğimizi yapaken, bir bilim labaratuarından kaçan "zürafalar" (evet zürafa) ortalığı birbirine katıyor ve dünyayı cehenneme çeviriyorlardı... yakınlardaki gizemli bir ailenin evine sığınıyorduk bizde, töbe estafrullah !!!
bir daha rodriguez ve tarantino filmi izlemicem ! her ne kadar eğlenceli olsa da izlerken çok güldüysem de, yok yok , izlemicem...
bu arada aklıma gelmişken belirteyim uzun zamandır apartmanımızın arka tarafından müthiş çirkin , kalın ve insanın sinirini bozan bir kedi miyavlaması sesi geliyordu, mart ayının çoktaan geçmiş olmasına rağmen kedi susmuyor miyavlıyooor ve miyavlıyordu... artık kötü kedi şerafettin'in bizim mahallede yaşadığını düşünmeye başlamıştım... fakat bir türlü kediyi dünya gözüyle görememiştim... ses var ama kendisi yok ( o da gizemli) ... derken geçen gün çamaşır asarken arka bahçede son derece güzel pamuk gibi pofur pofur tüylü bir kedi gördüm, uzaktan uzaktan kediyi sevgi dolu gözlerle izlerken birden miyavlamaya başladı. aman allahım !!! o ses ! işte o kediydi ! inanamadım, aylardır hayalimde şerafettin gibi çirkin, şişko bir kedi tezahür etmiştim oysa. kedinin kendisini gördükten sonra artık sesi o kadarda çirkin değilmiş diye düşünmeye bile başladım... ne kadarda önyargılı insanlarız caanım...
bu aralar size film anlatamıyorum pek... çünkü film arşivimizin olduğu hard diskimiz yere düştü ve hakkın rahmetine kavuştu :( şimdilik evdeki dvd lerle idare ediyoruz... pek seçme şansımız olmadığından işte böyle abuk rüyalar gördüren filmlere talimiz yani... ama en kısa zamanda bomba gibi dönücem...
bu arada rodriguez ve tarantino hayranları eğer izlemek isterseniz filmin adı "planet terror" biraz kanlı ama son derece eğlenceli... oyuncu kadrosunda fergie ve bruce willis de mevcut, bilginize :)
22 Mayıs 2011 Pazar
bir ligin daha sonuna geldik

heyecanla, stresle, küfürle ve bazen sevinçten saçmalayarak geçen bir ligin daha sonuna geldin... bu akşam dananın kuyruğu kopacak... şampiyon belli olacak...
öncelikle şunu belirteyimki ne fenerbahçeliyim ne de trabzonsporlu, sadece ve sadece izleyiciyim ben... tabiki benmde tuttuğum bir takım var, hemde koyu koyu tuttuğum ama şuan başroldeki iki takım hakkında konuşmak istiorum...
kısa ve net bu akşam iki takımda yenilmeyecek, ama biri averaj farkıyla şampiyon olacak o zaman. ve tabiki o takım fenerbahçe ... fakat bana sorarsanız trabzonsporda en az onlar kadar şampiyonluğu haketmiş olacak... yenilmeden kaybetmeyi aklım almıyor ama, spor işleri biraz karışık işte... bunun haricinde gönlümde trabzon dan yana, zira yıllardır şampiyonluk tadmamış bir takım ve bu sezon gözlemlediğim kadarıyla da sonuna kadar canla başla bunun için çabaladı... lige yeni bir renk bir can katılması açısından isterimki trabzonda şampiyon olsun... geçen yıl bursasporun şampiyonluğunada çok sevinmiştim... (bursa nın memleketim olmasında bunun en ufak bir payı yok :P )
fakat değişmeyen bir gerçek var ki ; kim şampiyon olursa olsun benm tercihim camları kapayıp dışarıdan gelen sesleri mümkün olduğunca az duyabilmek olacak :) kendi takımım hariç hiçbir takımın şampiyonluk kutlamalarına katlanamıyorum, çekemiyorum değil... katlanamıyorum... :D
hani sizin düğününüz olur can hıraş eğlenir eğlencenin dibine vurursunuzda bir yakınınızın düğününde daha ilk yarım saatte başınız şişer ya o hesap... :)
daha doğduğum ilk günden beri hayatımın geri planında bir fon müziği gibi futbol maçlarının sesleri vardı, fanatik bir aile ve fanatik bir kocanız olunca fanatik bir kadın olmamanız çok zor :) zaman zaman isyan etsemde (kadınlık içgüdüsü) futbol benmde hayatımın bir parçası...
şimdiden izleyecek herkese iyi seyirler...
17 Mayıs 2011 Salı
yazlık kışlık

yapmayı en sevmediğim şey yazlık kışlık devir daimi... bir gün şöle yazlık ve kışlıkları bir arada sergileyebileceğim büyüklükte bir dolabım veya bir giyinme odam olacak mı?
aghhh... her bazanın altı açıldığında zaten alerjik olan bu bünye coşuyor, öksürük hapşırık krizine giriyorum... kocama diyorum, bana bir hizmetkar şart caaanım :/
ben ütü yapamayacak kadar narin bazayı boşaltamayacak kadar alerjikim... bana bir hizmetkar şart... hem rüyalarımda hep kediler görüyorum... kedi rüyada hizmetkara delaletmiş....
bakınız rüyalar bile anlatıyor bana bir hizmetkarın şart olduğunu :/
akşamda oldu zaten yemek yapmak lazım :( bizde survivor dakiler gibi muz kızartıp hindistan cevizi kemirerek yaşasak ya :/ vala bana uyar :D zaten yakın zamana kadar aç yaşayan ve bunu bir reiki gibi nebilim yoga gibi hayat tarzı olarak benimsemiş bir insandım...
üstelik yaz da gelio konserler festivaller var :( bon jovi var roxette var rakın kok var :/ ben gitmessem nası olcak bunlar ? nası gerçekleşecek ? soran yok tabiii...
bide bi takım bloggerlara özenip kendime etek dikmeye kalkıştım ben dün.. evet diktimde, lakin üzerimde abajur gibi durdu çözemedim... yıkayınca yumuşamazsa o kumaş ne olacak ? offf gördün işte benden hiçbi taraftan ev kadını olmuyor... bırakın beni döniiim teenage günlerime...
konserlere gidiim seroş oliiim sabahı göriiim.. eve gelip akşama kadar öküz gibi yatayım kalktığımda annem yemek yapmış olsun :( ama tüm bunlar olurken kocamda benmle olsun...
15 Mayıs 2011 Pazar
aphabet killer

sayın okuyucular günler günler geçti simone neler yaptı bi bilseniz ağzınız düşer şaşkınlıktan küçük dilinizi yutar sonra emin değilim ama altınıza bile kaçırabilirsiniz, demeyi ve hatta bunları size yaşatacak şeyler anlatmayı inanın yürekten isterdim... ziraa tek yapabildiğim televizyon izlemek :(
ve zaten benim işim de bu değilmi... ya da siz işimin bu olduğunu düşünecek kadar film ve tv yorumu duymuyormusunuz benden.. evet... diyorumki ben aslında sinemayla falan ilgilenmeliydim filmler çekmeli yorumlar yapmalı veya oynamalıydım... enerjimi dökmeliydim bi şekilde.. olmadı kısmet... artık mahalli kısa film yarışmalarıyla avutacağız kendimizi...
tamam sadede geliyorum... nam-ı diğer alfabe katili isimli bu filmi.. diğerleri gibi çok sevdiğimden ve çok beğendiğimden yazmıyorum şuan...
filmi satürn de sepete dökülmüş filmler arasında sadece 2,5 tl fiyatıyla öyle yalnız ve çaresiz görünce benmde yalnızlığımı paylaşır belki, üstelik de gerilimmiş, o kadar yalnızımki evin içinde doğa üstü bişilerin dolaştığını bile farketsem sevinecek durumdayım diye kendimi bu zorlama yöntemle almaya ikna ettim...
daha film yeni başlamıştıki ekranda meltem cumbul'u görünce, komşunun kızı gülseren'i görmüş gibi bir mutluluk kapladı içimi (evet cidden yalnızım ben)
meltem cumbul'un bu vasatın üzerine çıkmayacak bilmem kaçıncı sınıf bir yabancı filmde oynadığını görmek bana gurur verdi...
bunun dışında film fiyatını hakedecek kadar acayp :D yani ben şimdi bişeyi anlamadım, filmde iki ayrı konu var ve gerçekten filmin hangisinin üzerine kurgulandığını bir türlü anlayamıyorsunuz.
amaaan neyse cnm almaya değmez... haa meltem cumbul'u bi hollywood yapımında sadece 2 dk görmek isterseniz buyrun izleyin...
10 Mayıs 2011 Salı
hard candy (lolipop)

aslında bu filmi izleyeli birkaç yıl oldu... fakat geçen akşam arkadaşların bize gelmesi sonucu ne izlesek diye düşünürken aklıma geliverdi... tekrar izlemekten sıkılmayacağım için izledik...
film benim favorilerimden ve muhteşem bir psikolojik gerilim... sonuna kadar gitgel yaşayıp duruyorsunuz...
hayley 14 yaşında bir genç kız jeff ise 30 yaşında yakışıklı bir moda fotoğrafçısıdır, internetten tanışırlar ve bir gün buluşmaya karar verirler. buluşma esnasında aralarında gelişen sıcak diyalog onları jeff'in şehrin dışındaki evine kadar götürür...
henüz 14 yaşında olan hayley ile 30 yaşında bir adamın arasında ne olabilirki ? peki ya adam sapıksa ? veya değilse ? küçük bir kız kocaman bir adama ne yapabilir ki ? başta savunmasız çaresiz ve sadece çocuk gibi görünen bu küçük kız filmde öyle bir cümle kuruyor ki, ben filmin içinde en çok onu sevdim
- bize yabancıların yanında kendi hazırlamadığımız bir içeceği içmememiz öğütlendi...
ve bundan kısa bir süre sonra, bu cümlenin sadece 14 yaşında bir kız için söylenmediği izleyicinin yüzüne tokat gibi çarpıyor...
son derece heyecanlı ve stres dolu bir film... film boyunca, daha önce tek izleyen ben olduğumdan meraklı sorulara maruz kalsamda ser verip sır vermedim... :)
Hayley rolünde İnception'dan da tanıdığımız Ellen Page var ve küçük yaşına rağmen üstün bir oyunculuk sergilemiş...
İMDB den hakettiği puanı almadığına inanıyorum, az bütçe ve az oyuncuyla çok iyi bir film ortaya çıkmış...
six shooter (ödüllü kısa film)
hep uzun metrajlı filmlerden bahsedecek değiliz elbet, sinema gönüllüsü bir insan olarak, profesyonel izleyici, amatör senarist ve hayali yönetmen biri olarak izlediğim en iyi kısa filmi sizinle paylaşmak istedim...
sadece ben değil belli ki diğer tüm herkesinde beğenisini toplamış olmalı ki, six shooter (altı patlar) isimli film 2005 yılında oscar ve baftanın da içinde olduğu 5 ödülü kapmış 2 dalda da aday gösterilmiştir...
filmin konusunu türünden ödün vermeden kısaca anlatacak olursak
donnelly adındaki adam karısını daha yeni kaybetmiş ve dünyası altüst olmuştur, hemen ertesi gün yaptığı tren yolculuğu sırasında kid'le tanışacak ve bu yaptığı en ilginç yolculuk olacaktır...
işte bu kadar :)
benim film hakkındaki görüşlerim, oyuncuların doğallığı ve kid'in sıradışı karakterinin sinir bozan bir tarafı olması.
filmseverlerin arşivlerine mutlaka eklemesi gereken filmlerden...
8 Mayıs 2011 Pazar
biraz ben

çoğu zaman benim başka bir dünyam olduğunu düşünüyorum... çok matah bişey değil eminim herkes öyle düşünüyordur... ama anlatmak istediğim başka...
bir kitabı okurken öyle konsantre oluyorumki, adı geçen her kahramanı çiziyorum gözümde, bu yüzden herkesin övüne övüne "bir haftada bitirdim kitabı" saçmalığını anlamıyorum ben... tabiki 1 haftada bitirdiğim kitaplarda oluyor ama hani böyle çerezlik falan... eğlencelik kitaplar... ama asla bir romanı 1 haftada bitirmem... bazen aynı sayfayı 2 veya 3 kere okurum.. o sahnenin profilini oturtana kadar... ben uzun yıllar tiyatro oyunculuğu yaptım.. hayatımın en güzel yıllarıydı.. bana insan olarak çok şey kattı diyebilirim... yeteneklerimi ortaya çıkardı mesela... başlayana kadar hiç bilmediğim şeyleri... yazı yazma yeteneğimi... birkaç oyunum var yazılmış... aynı kitap okurken olduğu gibi yazarken de yaşıyordum... komik bir sahne yazarken yüzümde salak bir gülümseme, gergin bir sahne yazarken başımda bir ağrı oluyordu... kitabı nasıl sindirerek okuyorsam yazarkende tam tersiydi... başladıktan sonra maksimum 1 hafta sonra bitmeliydi.. aslında öyle bir kuralım yok başladıysa biterdi zaten... ya da hiç başlayamazdı...
hani o ilham denen şey var ya ; o gerçekten var :)
ve o ilham denen şey neredeyse 3 yıldır yakınımdan bile geçmiyor... sebebi çok basit.. mutlu ve düzenli hayat insanı köreltiyor, yaratıcılığını öldürüyor... mutluyken nasıl dram yazarsın ? ben yazamıyorum :)
ve ya gayet sakin ve normal bir hayatın varken nasıl komedi yazarsın... heleki komedi tamamen hayatın içinden, insanları gözlemleyerek ortaya çıkan birşey...
ben evlenmeden evvel bazen ananem bize kalmaya gelirdi uzun sürede kalırdı... ananem acayp sinirli herşeyden şikayet eden, huysuz ihtiyarın teki... benm yaratıcılığımın en had safhada olduğu dönem, en büyük malzemem ananemdi.. akşam ananemi gözlemler ertesi gün işyerinde konu açılır anlatmaya başlardım, öğlen paydosunda etrafımda ananemin hikayelerini dinlemek için toplanan 15 20 kişi olurdu, zamanla ananem işyerimde bir fenomen haline dönüştü, artık ben anlatmadan insanlar onu sormaya başladı :) işin aslı ananemle çocukluğumdan beri hiç yıldızım barışmamıştır bu yüzden birbirimize tahammülümüz azdır, fakat o dönem bu sıkıntılı günleri bir eğlenceye çevirmiştim... hayatım rutine döndükçe ananem bana hiçte eğlenceli gelmemeye başladı, sinir bozan, sürekli söylenen, herşeyden mutsuz yaşlı bir kadın...
tüm yaşadıklarımdan şunu anladım ben, ve ya tiyatro oyunculuğu bana şunu öğretti ; hayatın en can sıkıcı taraflarını bile eğlenceli hale getirebiliriz aslında... yaşadığımız şeyler için isyan etmemeliyiz. ona başka bir pencereden bakarak gülebilmeliyiz... bu polyannacılık değil... benm gibi bir insan asla salaklık boyutunda bir mutluluğu kabullenemez zaten :) biz hayatında bir kere bile olsun sahneye çıkabilme cesaretini göstermiş insanlara dikkat edin, bir kerede sizler onları gölzemleyin... ne kadar eğlenceli insanlar olsalar bile hep melankolik bir tarafları var... :)
ve eminim, mutluluğun zarar verdiği tek şey, yaratıcılık :)
5 Mayıs 2011 Perşembe
istanbuL
bu aralar neler yapıorum ?
inanın bomboş geçiyor her gün... yakında yine istanbul dışında bir yerlere gitmeyi planlıyoruz belki o biraz havamızı değiştirir... onun dışında evde ahşap boyuyorum... yakında sizinlede paylaşacağım
birde çizgi romanlara taktım kafayı, bulursam affetmicem :)
istanbul, burada bişiler yapmamıza izin vermiyor... kaşlarını çatıp karartıyor kendini... ama beni böyle vazgeçiremez, çünkü bu halinide çok seviyorum... :)