17 Aralık 2010 Cuma

benim sahilim...


dün hava ne kadar güzeldi değilmi ? ıslak soğuk... ve ben o havada dışarıdaydım, üstelik kış olduğunu unutmuşcasına tiril tiril vaziyette....

dün bazı işlerim vardı büyüdüğüm yere gittim... bazen çok özlüyorum orayı, ama gidince bir hayalkırıklığı yaşıyorum nedense, içim acıyor, bazı anılar geliyor aklıma.. bir daha asla tekrarı olmayacak anılar... gittiği yerden asla geri dönemeyecek arkadaşlar geliyor aklıma...

dün akşam eve döndükten sonra "kocam" la konuşurken yine canlandı o anılar ve içimi dökmek burada paylaşmak istedim yaşadığım yeri....

küçücük bir yerdi benm büyüdüğüm ilçe. deniz kıyısında güzel çaybahçeleri olan yazın dolup taşan kışın inin cinin top oynadığı minicik bir ilçeydi... biz yaz kış orada yaşayanlardandık, orada ilkokula, ortaokula, liseye gittim ben... büyüyene kadar istanbul'u hep çok uzaklarda bir yerlerde sanıyordum.. bizden yaşça büyükler taksim'i öyle anlatıyorlardı ki, korkuyordum... hayatımda ilk taksime gidişimi çok net hatırlıyorum... neredeyse 10 kişilik bir arkadaş grubuyla gitmiştik ve ben ayakta duramayacak kadar hastaydım... o kadar hastaydımki taksimi gözlerim kapalı ve iki arkadaşımın kollarında gezdim... sanki ne zorum vardı ki... bayrama çok yakın bir tarihti ve o taksim gezisini devam eden günlerde bayramda dahil yatakta geçirmiştim...

bu sebeple ilk gidişim demek biraz anlamsız olacak, ben size özgürce ilk gidişimi anlatayım... liseden bir arkadaşımla karar verdik gitmeye orada diğer arkadaşlarla buluşacaktık... meydana ilk indiğimde gördüğüm şey travesti olmuştu, ve ben sanki tarkan'ı görmüş gibi şaşırmıştım... bildiğiniz saf köylü kızıydım ben... travestilerin gay'lerin sokakta böyle rahat dolaşabiliyor olması beni hayrete düşürmüştü.. onları yadırgadığımdan değil, çevrenin onlara tepki vermemelerine şaşırdığımdan.... ve korkmuştum çok korkmuştum sağıma soluma baka baka yürümekten önüme bakamıyordum... biri çantamı çalarsa biri taciz ederse diye korkmaktan tadını bile çıkaramadım özgürlüğün... ilk gidişte bokunu çıkarmamak için erken döndük evimize... ama hayran kalmıştım. o binalar, tramvay, kilise,tarihi.. herşeyine hayran kalmıştım... zaten tarihi seven biri oldum hep...

bakın konu nerden nereye geldi ben size büyüdüğüm yeri anlatacaktım...

benm büyüdüğüm yerde herkes birbirini tanırdı, sıcaktı sevimliydi bu yüzden, orası istanbul'a bağlı ama istanbuldan bağımsız bambaşka bir yerdi.. biz yaz oldumu 10 15 arkadaş denize gider, akşamları "halil'in yeri"nde toplanır çay içer gece geç saatlere kadar muhabbet eder. arasıra pikniğe gider, arasıra kumsalda kafayı çeker... kışın ise "feride abla"nın yerinde muhabbete gider, biri darbukasını alır, diğeri gitarını, bi başkası bendir kapar gelir kalan herkes vokalde... dışarıda lapa lapa kar yağarken biz içeride kuzine başında minicik yerde 30 kişi dibine kadar eğlenirdik.... oradan çıkıncada inin cinin top oynadığı çarşı içinde kartopu oynayarak eve doğru yol alırdık... o zaman eksiksizdik, tamdık... bir tiyatro grubumuz vardı, bütün kış çalışır oyunlar çıkarır salonları tıka basa doldururduk.. orada kışın yapılacak çok sosyal aktivite yoktu bu yüzden büyük ilgi görürdü tiyatro... bir salonumuz vardı bizim emektar... benm ilk sahneye çıktığım salondu, kulisini unutamam;

kızlar kulisinde bir arkadaşımla aynanın karşısında saatlerce yüzümüzü şekilden şekile sokup, kendi halimize gülüp duruyorduk.. yalnız boyun kaslarımızı o kadar kasmışız ki ertesi gün ikimizde konuşamıyor, esneyemiyor, gülemiyorduk... hoca'dan sağlam azar işittik bu yüzden...

o sahnede oyuna saatler kala gider dekor kurar yemek yer şarkı söyle eğlenirdik... deli gibi eğlenirdik... yenisini yapmak için o salonu yıktıklarında belki hiçkimse bizim kadar üzülmedi.. veya benim kadar... hala oradan geçerken orada olduğunu durduğunu hayal ediyorum.. yerine yapılan yeni okulun yerinde hala eskisinin olduğunu.... sahneyle beraber anılarımıda yıktılar....

bu yazın cıvıl cıvıl olan ilçeyi nedense ben kışın daha çok severdim... o ukala ve burnu havada yazlıkçılar yokken orası daha güzeldi daha bizbizeydik... kışın dalgalarını, denizin kokusunu... tirtir titreyerek kendimizi bir yere atmamızı... herşeyini çok severdim...

yazın tek sevdiğim şey sahile kurulan tezgahlar, gümüşçüler, yazdan yaza görebildiğimiz bazılarıyla arkadaş olduğumuz tezgah sahipleri... hamakçılar :) sahildeki restoranlrda yapılan düğünlere iştirak ederdik halay çekerek... :) öyle bir tur halay çeker sonra yola devam ederdik... kumsalda ateş yakıp gitar çalmadık biz hiç... :) nedense kumsalda sadece içtik.. bazende romantik buluşmaların seslendirmesi için, yani yine eğlenmek için gittik kumsala... nedir bu romantik buluşmaların seslendirmesi ?

şimdi mutlaka kumsalda romantik dakikalar geçirmek isteyen bir çift olurdu. biz onları tam görüş mesafemize alıp, yaptıkları hareketlere göre seslendirirdik... acayp eğleniyorduk bunu yaparken.. bazen çiftlerden birinin durumu farkettiğide oluyor, o zaman durumu hemen lehimize çeviriyorduk...

kışın okuldan kaçardık bazen, yine sahile gider boş boş turlardık sabahın köründe ve soğuğunda... hayatımız denizdi sahildi orada.. bizim için gezmek eğlenmek demek, sahile gitmek demekti... sahilimiz bize yetiyordu... başka bir ortam başka heyecanlar aramadık hiç.. bu yüzdendir benim taksim'le istanbul'la geç tanışmam...

dün yine gittim ailem hala o tarafta yaşıyor benim.... gittim ama bu yağmurda bu soğukta ve yılın bu ayında, gereksiz derecede kalabalık ve yabancı... tanıdık bir yüz aradım etrafta.. tabiki aşina olduğum yüzleri gördüm... fakat eskilerden tanıdık birilerini aradım.. şöyle iki kelam edebileceğim beni eski günlere götürecek... bir arkadaş girdi oturduğum yere... görür görmez gülerek geldi yanıma... eskiden görsem "merhaba" deyip geçebileceğim samimiyette biri.. beni ne kadar mutlu etti...

işte böyle sayın bilokseverler... benm memleketim benim kasabam benm köyüm böyle bir yer :)

heeeeee tüm bunlara rağmen ben yüzme bilmiyorum... :)


Hiç yorum yok: