28 Haziran 2012 Perşembe

film gibi



elin kızının canı pasta çeker ne bilim meyve çeker. benim canım film çekiyor arkadaş !


anam beni sinema salonunda mı doğurdu acaba...


hayatlarımız filmi aratmayacak nitelikte. 


annem abimi doğurmaya asker konvoyu eşliğinde gitmiş. gece yarısı sancısı tutmuş ve o zaman (12 eylül darbesi olduğu dönem) gece sokağa çıkma yasağı varmış. babam fırlamış sokağa, istanbul'un göbeği. adam taksi çevirecek, annem evde kıvranıyor... her sokakta bir asker, babamı görünce doğrultmuş silahı bağırmış "dur orada" diye. babamda bağırmış "eşim hamile sancısı tuttu, bebek geliyor"  :) bunu duyan türk askeri dururmu?  hemen haber etmiş diğerlerine birde ambulans çağırmış, annemi almışlar, önde ambulans arkada asker aracı gitmişler hastaneye...


benim doğumum ayrı macera... 


velhasıl annemlerin o zamanki evi yazlık sinemanın hemen yanıymış... annem balkona çıkar, sesini dinlermiş filmlerin, çünkü, ekranın arkası görünürmüş evden.. görüntü yok. ses var yani... annem babama yalvarırmış. "nolur benide yazlık sinemaya götür" diye. ama babam ısrarla götürmezmiş. sebebi belli değil :)


annemin sinema maceraları bitmez. orhan gencebay filmleri, küçük emrah'ın ağlak filmleri. dayımın gençken kitabının arasında sakladığı oya aydoğan resmi. 


bak o da ayrı macera.. annem bursa'lı benim. bursa da yaşıyorlar. dayım istanbul dan bursaya gidiyor, teyzem ve annem dayımın kitabının arasında  oya aydoğan'ın resmini buluyorlar ve uzunca bir süre (o zaman televizyon yok malumunuz) oya aydoğan'ı dayımın yavuklusu sanıp seviniyorlar.. eli yüzü düzgün bir kız bulmuş diye :) sonra gerçekleri açıklıyor dayım :)


benim anlamadığım.. dayım zevkli adammış, zira oya aydoğan'ın gençliğini bende çok beğenirim. sonra ne oldu da yengemle evlendi orası meçhul :P yengem 1,50 boylarında adile naşit gibi bir kadın :D


bak konu nerden nereye geldi... ben canımın nasıl film çektiğinden bahsedecektim. film gibi hayatlara kadar gitti mevzu. hafta sonuna yaklaşınca bende film krizleri başlıyor... ama bu öyle "bir film izleyelim" diye geçiştirilecek gibi değil. aynen şöyle oluyor;


koca aranıyor cuma öğlenden,


- canım ne çekti biliyormusun, şöyle ispanyol veya fransız yapımı bir film ! yanınada patlamış mısır ve ıcetea. aslında herhangi bir avrupa filmide olabilir. yeter ki ingilizce olmasın filmde.


veya


- üff fena halde japon korku filmi izleyip gülmek istiyorum


gibi....


bunun bir level üstü sanat filmleri oluyor sanırım.. henüz o mertebeye ermedim... ama o hale gelmekten de korkmuyor değilim. çünkü bu kadar filmsever bir insan olmama rağmen, sanat filmlerinden acayip sıkılıyorum. :/


bu akşam evliliğimizin 2. yılını kutladık... bizimde bir tanışma hikayemiz var ki, film senaryosu gibi :)


o da başka sefere artık... 


hayatınızın zaman zaman romantik komedi tadında, zaman zaman animasyon tadında, ama en çok "tadında" geçmesi dileğiyle... 


öperim.


8 Haziran 2012 Cuma

Işıklı Amerika


bu ara rüyalarım pek şen şakrak pek hareketli...


bazen insan gördüğü rüyayı düşününce aslında bilinçaltının neler neler sakladığını anlayabiliyor...


efem bu kez rüyamda amerika'ya gidiyoruz iş için. 
hazırlıkları yaparken bir yandan da, ben nasıl 8 saat uçacağım diye düşünüp kendimi harap ediyorum. malumunuz uçuş fobim var benim. rüyamda da, hala korkak ve hala tedirgin basiretsizin tekiyim :/


sonracıma benim patron gelip bana diyor ki, aa haberin yok mu artık amerika 8 saat sürmüyor, 2.5 saate düştü o süre... (askerlik sanki ) 
bu arada rüyamda resmen thy reklamı yapmışım... "amerika - istanbul arası 8 değil 2,5 saat, thy farkı"


neyse efem 2,5 saate deliler gibi sevinip havalara uçuyorum. zira amerika bu boru mu ? halbuki türkiyede 1 saat 45 dk lık uçuşlarda krizler geçiren ilk 1 saat boyunca, diş sıkmaktan çene kemiğime ağrılar giren bir insanım. ama söz konusu amerika :)


annemin bana hep söylediği bir laf vardı "gezmek var deseler ameliyat masasında kalkarsın" ahh anne ahh !


neyse efem işten bi arkadaşla atlıyoruz teyyareye amerika'ya gidiyoruz. ama bende bir hayalkırıklığı ! gri gri koca binalar, "halbuki reklamlarda filmlerde amerika böyle değil" diyorum. "rengarenk ışıl ışıl :("
"dur sen" diyor bana. "burası amerika'nın en kötü yeri, daha 3 günümüz var, oralara da gidecez" ama çat telefon geliyor ve bizim patron diğer arkadaşımı acilen türkiye'ye çağırıyor. 


"sen kal ben gideyim" diyor ama benim kafamı yine tek kurcalayan şey şu oluyor "şimdi ben kalırsam, uçağa da yalnız binmek zorundayım, ama ben uçağa yalnız binemem ki" tabi hemen ardından "amaaaan" diyorum "40 yılın başı amerika'ya gelmişim, ışıklı amerika'yı görmeden mi gideceğim, hem artık amerika türkiye 2,5 saat" :P


ben kalıyorum o gidiyor.


sonra meğer ben eğitime gitmişim oraya, bizim eğitim binasına giriyorum. sınıfa geçiyorum ki ne göreyim ! bizim şirkette en sinir olduğum tip sınıfta oturuyor ha birde yalan dünyanın tülay'ı :D sadece o uyuz olduğum adamı tanıyorum diye, onun yanına geçip oturuyorum... tenefüs oluyor, bu tülay benim yanıma geliyor ve başlıyor o uyuz olduğum adamın benim hakkımda söylediği kötü sözleri anlatmaya :D


yalnız benim için olan düşüncelerinden dolayı adama kızmıyorum da, tülay'a dedikodu yapıyor diye nasıl nefret duyuyorum anlatsam inanmazsınız :P rüyamda bile ne kadan dürüst bi insan olduğumu görün işte... :D


ahaha tülay'a hala gıcık olaraktan rüyadan uyanıyorum. amerika maceramda ışıklarını göremeden son buluyor...


bu rüyadan çıkarımlarım şunlar. survivor'daki sidikli begüm bile amerika gördü ben göremedim diye çok düşünmemek gerekliymiş. ayrıca dedikodu çok pis bişey :P

7 Haziran 2012 Perşembe

the grey (gri kurt)

uzun zamandır film izleyemiyorum.. zaten yakında sezon finali yapıcam artık :P eee yazın bu sıcağında evde film izleyip oturacak halim yok değil mi ? (hayır sanki yapacak daha iyi bir planım varmış gibi )


en son gri kurt'u izledim... beklentim çok yüksekti neden bilmem. konu tam benlik, yaşam savaşı falan, düşen uçak ! tam benlik yani.. uçaklar düşsün ben zaten bin bir sıkıntıyla bindiğim uçağa bi daha hiç binmeyeyim. :/


anladığınız üzere, filmde, kuzey kutbunda petrol çıkaran bir firmanın çalışanlarını evlerine götürmek üzere yola çıkan uçağın düşme hikayesi var.


uçaktan sağ kurtulmayı başaran 7 adam, her yanı karlarla kaplı ve hiçbir yaşam belirtisi olmayan bir dağ başında , hayatta kalma savaşı verirler, fakat gece olunca hiç hesaba katmadıkları bir durumla karşılaşırlar. kurtlar !


adamların sonlarını kurtlar mı, soğuk mu, yoksa açlık mı getirecek. kimler hayatta kalacak kimler yenik düşecek, kurtarılacaklar mı ?


tüm bu soruların yanıtını tabi ki filmi izleyerek öğreneceksiniz.


benim beklentim çok büyüktü dediğim gibi, bence siz bu kadar büyük beklentiler içine girmeden izleyin. mesela ben film bittiğinde bir süre daha öylece ekrana bakakaldım.. hani öyle filmler vardır ya. o biter ama siz bitiremezsiniz.


neticede anladığım bir şey var, benim yüreğim artık acıklı hikayelere dayanamıyor :( yaşlanıyor muyum nedir, anlamadım ama. en kötüsünü bile izlesem bir kaç gün etkisinde kalıyorum maalesef.


yaşım ilerledikçe, normalde çokta sevmediğim komedi filmlerini izlemeye başlayacağım, içim sadece onu kaldıracak sanırım...


dün akşam o gudubet güney'in (kuzey güney) babasına hesap sorduğu anlarda bile gözlerim dolduysa ona bile acıdıysam. vay bana vaylar banaaaa :(

1 Haziran 2012 Cuma

bu ne şimdi :/



böyle göt olur mu arkadaş ! buna göt gibi kaba bir tabir hiç yakışıyor mu allasen. olsa olsa götcük olur bu... allahım sana sesleniyorum sen neden buna bu götcüğü verirken, bize bir zembili reva gördün :(

işe başladığımdan beri 7 kilo almam ve o aldığım 7 kilonun tamamı şuan zembilimde olmasından kaynaklı bu konuda hassasım :(

bu götcükler yasaklansın, sokağa çıkamasınlar...
parası neyse verelim evde otursunlar. bizim henüz gözü aymamış kocalarımızı dinden imandan çıkarmasınlar... lütfeeeeeeeeeeeen !