8 Mayıs 2011 Pazar

biraz ben


çoğu zaman benim başka bir dünyam olduğunu düşünüyorum... çok matah bişey değil eminim herkes öyle düşünüyordur... ama anlatmak istediğim başka...

bir kitabı okurken öyle konsantre oluyorumki, adı geçen her kahramanı çiziyorum gözümde, bu yüzden herkesin övüne övüne "bir haftada bitirdim kitabı" saçmalığını anlamıyorum ben... tabiki 1 haftada bitirdiğim kitaplarda oluyor ama hani böyle çerezlik falan... eğlencelik kitaplar... ama asla bir romanı 1 haftada bitirmem... bazen aynı sayfayı 2 veya 3 kere okurum.. o sahnenin profilini oturtana kadar... ben uzun yıllar tiyatro oyunculuğu yaptım.. hayatımın en güzel yıllarıydı.. bana insan olarak çok şey kattı diyebilirim... yeteneklerimi ortaya çıkardı mesela... başlayana kadar hiç bilmediğim şeyleri... yazı yazma yeteneğimi... birkaç oyunum var yazılmış... aynı kitap okurken olduğu gibi yazarken de yaşıyordum... komik bir sahne yazarken yüzümde salak bir gülümseme, gergin bir sahne yazarken başımda bir ağrı oluyordu... kitabı nasıl sindirerek okuyorsam yazarkende tam tersiydi... başladıktan sonra maksimum 1 hafta sonra bitmeliydi.. aslında öyle bir kuralım yok başladıysa biterdi zaten... ya da hiç başlayamazdı...

hani o ilham denen şey var ya ; o gerçekten var :)

ve o ilham denen şey neredeyse 3 yıldır yakınımdan bile geçmiyor... sebebi çok basit.. mutlu ve düzenli hayat insanı köreltiyor, yaratıcılığını öldürüyor... mutluyken nasıl dram yazarsın ? ben yazamıyorum :)

ve ya gayet sakin ve normal bir hayatın varken nasıl komedi yazarsın... heleki komedi tamamen hayatın içinden, insanları gözlemleyerek ortaya çıkan birşey...

ben evlenmeden evvel bazen ananem bize kalmaya gelirdi uzun sürede kalırdı... ananem acayp sinirli herşeyden şikayet eden, huysuz ihtiyarın teki... benm yaratıcılığımın en had safhada olduğu dönem, en büyük malzemem ananemdi.. akşam ananemi gözlemler ertesi gün işyerinde konu açılır anlatmaya başlardım, öğlen paydosunda etrafımda ananemin hikayelerini dinlemek için toplanan 15 20 kişi olurdu, zamanla ananem işyerimde bir fenomen haline dönüştü, artık ben anlatmadan insanlar onu sormaya başladı :) işin aslı ananemle çocukluğumdan beri hiç yıldızım barışmamıştır bu yüzden birbirimize tahammülümüz azdır, fakat o dönem bu sıkıntılı günleri bir eğlenceye çevirmiştim... hayatım rutine döndükçe ananem bana hiçte eğlenceli gelmemeye başladı, sinir bozan, sürekli söylenen, herşeyden mutsuz yaşlı bir kadın...

tüm yaşadıklarımdan şunu anladım ben, ve ya tiyatro oyunculuğu bana şunu öğretti ; hayatın en can sıkıcı taraflarını bile eğlenceli hale getirebiliriz aslında... yaşadığımız şeyler için isyan etmemeliyiz. ona başka bir pencereden bakarak gülebilmeliyiz... bu polyannacılık değil... benm gibi bir insan asla salaklık boyutunda bir mutluluğu kabullenemez zaten :) biz hayatında bir kere bile olsun sahneye çıkabilme cesaretini göstermiş insanlara dikkat edin, bir kerede sizler onları gölzemleyin... ne kadar eğlenceli insanlar olsalar bile hep melankolik bir tarafları var... :)

ve eminim, mutluluğun zarar verdiği tek şey, yaratıcılık :)

Hiç yorum yok: