26 Temmuz 2011 Salı

biutiful


filmlere kısa bir aradan sonra geri döndük.... hemde ne dönüş...

babel, paramparça aşklar ve köpeklerin, yapımcısı ve yönetmeni alejandro gonzalez innaritu'nun filmi olan biutiful sağlam bir dram içeriyor ...

beni takip ediyorsanız bilirsiniz genelde dram izlememeye özen gösteriyorum... yeterince dramatik olan hayatımızı dayanılmaz hale getirmeye gerek yok değilmi ? :) ama yönetmen innaritu olunca izlemek kaçınılmaz oluyor... oluyor da, sonra uzun süre kendimize gelmek zor oluyor...

uxbal (javier bardem) bi bakıma kanunsuz işler yaparak geçimini sağlayan, tabiri caizse sefil bir adamdır, her ne kadar yaptığı işler kanunsuz olsa da evde bakılması gereken 2 çocuğu ve bir hayatı vardır... uxbal'ın karısı dengesiz, uyuşturucu bağımlısı ve kendini erkeklere pazarlayan bir kadın olan maramba çocuklara karşı duyarsız ve ilgisiz olduğundan uxbal tüm sorumluluğu kendisi üstlenmiştir...

filmde birden çok dramı izleyeceksiniz... kaçan işçi olarak çalışan çinliler, birbirine aşık iki adam, senegalli müslüman bir kadın ve uxbal...

sağlık sorunları dayanılmaz hale gelen uxbal sonunda dayanamaz ve doktora gitmeye karar verir, yapılan testler sonucu kanser olduğunu ve çok kısa bir süresi kaldığını öğrenir... uxbal sıradan bir adam değildir, kimsenin bilmediği garip bir yeteneği vardır ölülerle konuşabiliyordur...

süresinin azaldığını öğrenen uxbal'ın tek düşündüğü şey çocuklarıdır... onları çatlak annelerine bırakması çılgınlık olur...

neyse filmi derinlemesine anlatmadan kesip kendi fikirlerime geçmek istiyorum...

öncelikle en büyük aşkım olan Barcelona şehri filmde öyle anlatılmışki... bizim hiç bilmediğimiz bir şehir gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorsunuz... şehrin ışıltısından görkeminden uzak, varoşları arka sokakları işporta tezgahları, ucuza kaçak işçi çalıştıran konfeksiyon atölyeleri... birden sizi Barcelona'dan buz gibi soğutuyor...
ben filmi izlerken sanki İstanbul'u Aksaray'ı izliyormuşum gibi bir hisse kapıldım... filmde açlığı, çaresizliği, yoksulluğu, iliklerinize kadar hissediyorsunuz... herhangi bir türk filminde izlediğimiz o "3 ay ömrünüz kalmış" repliği bu filmde doğallığı ve abartıdan uzak sunumuyla tokat gibi çarpıyor yüzünüze... hayatınızda sevdiğiniz birilerini kaybetme talihsizliğini yaşadıysanız izlemeyin derim... çünkü film bittikten 3 dakika sonra ağlama krizine girdim resmen... düşünme payından sonra kendinizi tutamayacaksınız... boğazıma oturan o yumru ne zaman geçecek bilmiyorum... İnnaritu yine bir aile dramıyla, azımıza zıçtı diyebilirim...

Hiç yorum yok: