21 Ağustos 2011 Pazar

ben çocukken - 4


hayatın ne denli zor olduğunu ve 28 senede öğrenemediğim herşeyi şu son 2 ayda öğrendim... belki ben çok hassas bir insanım, belki çevremdekiler çok rahat bilmiyorum fakat, sağlam bir hayat tokadı yedim yüzüme... ve uzak olan her şey şuan daha lüks daha ulaşılmaz geliyor gözüme...
"hmm simone daha ne gördün ki henüz çocuğun bile yok" demeye yeltenenler... durun orada.. herşeyin farkındayım ben, zaten zor olan hayatın çocukla daha da zorlaşacağının farkındayım...

bu yüzden çocuğum yok işte, hem daha yaşım da küçük :P (ufaldacebimegir)

hep beraber bir totem yapalım mı... okuyan herkesten rica ediyorum... yazının altına sadece "herşey çok güzel olacak" yazabilir misiniiz? hadi kırmayın beni... herşeyin güzel olacağına gerçekten inanayım, buna nasıl ihtiyacım var...

çok çok lüks bir hayata sahip değilseniz.. sizinde ben ve diğer insanlar gibi, her istediğiniz anında olmuyordur.
çocukken (ki çok acayip bi çocuktum) hiçbir zaman bir oyuncakçıda ağladığımı tepindiğimi ve ya bir oyuncağı almak istediğimi hatırlamıyorum... genelde oyuncak sevmezdim ben, sadece 2 tane bebeğim oldu mesela.. biri bana bakan halamın evlenirken, evden ayrılırken verdiği hediye, biride babamın aldığı kocaman bir bebek... ama ilgi alanlarım bebekler olmadı hiç... sokakta toprakla, çamurla oynamayı tercih ederdim...

hatta bir dönem babamın işi sebebiyle taşındığımız semtte , o yıllar istabul'un ciddi alt yapı sorunları vardı, sokaklarda çamurdan yürünmezdi... şuan moda olan o lastik çizmeleri o zaman biz mecburiyetten giyerdik... sokakta oyun oynardık yinede. su birikintilerinde yaşayan kurbağa yavrularını, bir kavanoza doldurur, onları beslediğimizi sanardık, öğkk şimdi anlatırken içim kalktı... oynarken yanlışlıkta kafasını yardığımız arkadaşımızın annesi, bizi mahkemeye vermek yerine "çocuktur olur böyle şeyler" der ve konuyu kapatırdı... aşkı, mahalledeki delikanlı abilerin, bizim arada yanaklarımızdan makas alması sanardık :) dünyanın en lezzetli abur cuburu, oyun arasında ekmeğimizin üzerine sürülen çikolataydı, eğer evinde olmayan varsa ona da bir ekmek sürülürdü... sonra yine babamın işi vesilesiyle çocukluğumun büyük kısmının geçtiği mahalleye taşındık... orası diğerine göre muhteşemdi, bir köy dü bu kez... istanbul'a bağlı ama azıcık dışında bir köy... kapımızın önünden küçük başlar geçerdi, salçalı ekmekle de orada tanıştım... hala tadı damağımda olan o ev yapımı salçanın lezzetini unutmam mümkün değil... aşure ayı geldiğinde mahallede herkesin evinden bir aşure kokusu süzülürdü, çocuğu bol bir mahalleydik... annelerimizden biri aşure pişirir kapı önündeki çardağa koca bir kase aşure yanına 8 kaşığı bırakır, isteyen gelip yer, istemeyen oyuna devam ederdi... arada ev sahibimizin kızı olan genç abla beni bahçelerine götürür beraber domates toplardık... kışın kar yağınca hafif yokuş olan mahallemizde popolarımıza poşetleri bağlayıp aşağı doğru kayardık... dünyanın en eğlenceli işiydi o... hıdrellez diye bişey vardı eskiden, kocaman bir ağaca salıncak kurulur, piknik yapılır, küçük tüpün üstünde çay kaynatılırdı, bizim köyümüz denize de yakındı, arada toplaşır denize giderdik, bütün mahallenin çocukları, annelerin ikazlarına kulak asmadan, alabildiğine kudururduk denizde... kırmızı bir mayom vardı benim, üstünde mickey mousse olan :) akşam yorgun ve kırmızı yanaklarla eve döndüğümüzde bir koca tabak karpuz ve mangalda balıklar beklerdi bizi, duşumuzu alıp hemen balkondaki masanın etrafına toplanırdık, akşam serinliği çıkardı sonra, arka bahçedeki incir ağaçları sallanırdı rüzgardan, erkenden uyurduk, hem doymuş bir mide, hemde yorgun ama mutlu bir ifadeyle. kışın okul dönüşleri, geldiğimiz kestirme yoldaki ceviz ağaçlarının altına düşen nemli cevizleri toplardık, onunla yetinmeyen abim ağaca çıkardı her seferinde, işte kolunu ilk o ağaçtan düşünce kırmıştı...

bir sürü kedilerim vardı, ağacı çok çimeni bol bir yerdi, her bahar uğur böceklerini toplardım, beslemek ümidiyle yine, sabah uyandığımda hepsinin firar ettiğini görür üzülürdüm.... odamın perdesine kelebekler koza yapardı, aylarca sabırla beklerdim içinden çıkacak o buruşuk kanatları... oyuncağa ihtiyacım yoktu, hayat o zaman benim oyuncağımdı...

şimdi şehrin göbeğinde, ottan böcekten, çocuk olmaktan uzak, yaşıyoruz bile diyemiyorum, yaşamaya çalışıyoruz. ümitle "herşey çok güzel olacak" diyorum....

5 yorum:

Alice dedi ki...

daracık apartman dairelerinde büyümeye çalışan çocuklar yetiştiren bir nesil olduk biz.sonra ver elini gerginlikler,depresyonlar,sıkıntılar...
memnuniyetsiz bir hayat,şükretmekten uzak geçen günler,başkalarının hayatına gıpta ile bakmalar..anti depresanlar ol arkadaşımız oldu,yaşam koçları sırdaşımız, sigara ise en büyük mutluluğumuz.ben de ümit ediyorum,herşey çok güzel olacak diye ama inan her seferinde birşey beni vazgeçiriyor,ümitler yitip gidiyor.

Sevilay Arıkan Kara dedi ki...

"herşey çok güzel olacak" ama sadece tırnak içinde...
ŞAKA !

Sevilay Arıkan Kara dedi ki...

aşkı, mahalledeki delikanlı abilerin, bizim arada yanaklarımızdan makas alması sanardık :) buna da bittim

watashi wa sinem dedi ki...

hayatı yaşanabilir yapan.. tüm bunlara rağmen içinde bi ümit beslemek... ben biliyorum "herşey çok güzel olacak"

evrim dedi ki...

yuregine saglik, hersey cok guzel olacak, eminim :D
http://maffionista.blogspot.com/