4 Ağustos 2011 Perşembe

adalardan bir yar gelir bizlereee



bunalım depresyon vs derken çok önemli birkaç detayı atlamış olduğumu
farkettim... son 5 gün içinde adalara, bursa'ya ve en yakın arkadaşımın doğu
muna gittim ben... bir bebeğin daha dünyaya gelişine şahit oldum... bir mucizeye daha yani...


şu yukarıda görmüş olduğunuz martı hayvanı kocamın sırtına zıçtıktan hemen sonra masamıza teşrif ederek... bize nispet yaptı sanki... arkadaş martı dediğin neticede bir kuş... o hayvandan o kadar şey nasıl çıktı anlamış değilim... yinede bu pozu verdiği için yaptığı terbiyesizliği görmezden gelip tuvalette tişört'ü yıkayıp unuttuk... adaya giderken simit almıştım yanıma.. kuşlara vapurda atmak için... vapurda atamadım ama adadaki martılar karnını o gün benm simitlerde doyurdu... hatta onun üzerinde gördüğünüz van kedisi bile...

insanlar ne kadar zalim sayın okur... şu canım van kedisi, sahipleri tarafından getirilip adaya bırakılmış.. kiliseye çıkarken ki o ızdırap yokuşunda gelenin geçenin sevgilisi olmuş.. açlıktan kaburgaları sayılıyordu... inanın onu içine koyup getirebilecek imkanlarım olsaydı alıp gelecektim.. bu kadar sevecen ve uysal bir hayvan olamaz... içim sızladı yazık... nesli tükenme tehlikesi altında olan bu hayvanı sırf kendi zevkleri için alıp sonra sokağa... hatta geri dönmesin diye adaya bırakan insanlara yazıklar olsun...

adayı geride bıraktıktan hemen sonraki gün bursaya doğru yola çıktık 4 kişi... bütün kuzenler yazın bursada toplanırız.. bu yazki toplaşmayı kaçırmamalıydım... bursa memeleketim... adı üstünde yeşil bursa... ne hale gelmiş inanamazsınız... dağdaki ormanların arasında koca koca delikler taş ocakları yüzünden harap edilen ağaçlar.. yolun kenarına öbeklenmiş dağ kadar taş yığınları... buradan beni kim duyar bilmem ama... buna birileri dur demeli artık... çocukluğumdan beri bursa da büyük patlama sesleri olurdu... taş çıkarmak için yapılan patlamalar... eskiden bu kadar çok taş ocağı yoktu... belki olması gerek bilmiyorum çok gereklimi değilmi... ama o görüntü hiçbir doğa severin katlanacağı cinsten değil... türkiyenin ciğerleri taş çıkarmak uğruna yok ediliyor... kime ne pahasına veriliyor o yerler bilmiyorum ama 2 köy arasındaki o mesafede 8 tane taş ocağı olmaz, olmamalı... ve böyle çirkin böyle itici bir hale getirilmemeli.. yol kenarlarında eskiden ormanların olduğu bursa da artık sadece taş yığınları var... bu dünya sadece bana , bize doğa severlere ait değil, sadece biz çabalamamalıyız bunun için... bu insanların yaptığı bilinçsizce davranış gelecekte onların da çocuklarına torunlarına kurak bir dünya kalmasına sebep olacak... yeşil bursa... artık yeşil değil...

tüm bu can sıkıcı şeylerin dışında kuzenin eşinin bizi piknik yapmaya götürdüğü muhteşem yerin bir resmini bile çekmemiş olmam çok ayıp değilmi ?
özür dilerim... biraz anlatayım siz anlayın... koskocaman bir kaya düşünün... tamamen doğal, böyle küçük bir dağcık gibi... ve onun dibinden buzz gibi fışkıran bir su, henüz keşfedilmediği çok belli doğru düzgün yolu bile yok... arabayla bi yere kadar zor gidebiliyorsunuz ondan sonra orman içinden o büyük kayanın dibinden devam ederek su sesini takip ediyorsunuz... yalnız böyle anlatıldığı gibi kolay değiiil... yokuş aşağı ellerimizde nevaleler ve çoğunu neredeyse emekleyerek geçtiğimiz zor yolları atlatarak :)

ehehe işin bu kısmında ufak çaplı bir survivor yaşadık... yani acun ılıcalı niye o programı çekmek için dünyanın bir ucuna gitmiş anlamış değilim...

hele dönüş işkencemiz , artık bir komedi filmimi desem korku filmimi bilemedim... efenm biz vardık kaya dibine suyun yanına manzaraya hayran bakınıyoruz... hadi yemek hazırla ye iç derken saat epey geç oldu... hava kararmaya başladı, hepimizi bir panik sardı mı... acil tırmanmamız lazım çünkü tamamen karanlık çöktüğünde geldiğimiz yolu geri dönmemize imkan yok... hem birbirine geçmiş ağaçlar hemde yokuş yukarı sağlam bir diklikte çıkmak kolay olmaz.. gündüz vakti bile epey zor olmuşken, giderken survivor, dönerken blair witch project etkilerini üzerimizde hissettik.. zaman zaman bacaklarımız kesildi gülme krizine girdik, ayağımızdan fırlayan sandaletimizi karanlıkta bulmaya çalıştık... o sarmaşıktan hallice ağaçların dalları yüzümüzü kollarımızı bacaklarımızı kesti ama zirveye arabalarımıza ulaştığımızda hepimiz toprağın üzerine yığılıp kaldık ve çok eğlendik...

hepsinin yanında tüm kuzenlerimi gördüm bi kere o bile yeter, istanbul a dönüş yolunda gecenin bi vakti bağıra çağıra söylediğimiz şarkılar yüzünden sesim hala kısık olsada çok güzel bir haftasonuydu...

istanbul döner dönmez ödenmesi gereken faturalar vergi borçları vs ile kendinden yine soğuttuysada güzeldi... şimdi tek yapabildiğim bol bol dua edip herşeyin yoluna girmesini dilemek...

herkese mutlu günler diliyorum... dualarınızda bana da yer verin olmaz mı... gerçekten ihtiyacım var :(

Hiç yorum yok: