29 Kasım 2010 Pazartesi

trevor reznik sendromu


şuan gecenin bu saatinde (04:18) uyumaya çalışırken kalkıp bunları yazmamın sebebi, bana vahiy gelmesi değil..... uyuyamamaaaaaaam :(

bahsettiğim uyku problemi hız kesmeden devam etmekte... ve hafta sonu olması sebebiyle ilaçta alamadım... üstelik daha kötüsü yarın sabah erken kalkıp anneme gitmem gerek... :(

ışığı kapayıp yatay pozisyona geçtiğim anda uyku denen o muhteşem şey kaçıveriyor... hayal aleminde saymadığım kuzu, koyun, keçi, teke kalmadı... artık çareyi büyükbaşta deneyeyim dedim.. fakat onlarda gövdelerini kaldırıp çitten atlamıyorlar.. yok yok inanın şaka değil bu az önce yatarken denedim bunu. gerçekten bilinçaltım ısrarla çok ağır olduğunu ve seri bir şekilde atlayamayacaklarını emrediyor.. olmuyor atlatamıorum... :(

birde kulağımda bir ses var o gıcık sesi hepimiz tanıyoruz... hani çıplak zemmine elimizden kayıp düşen oval bir nesnenin yuvarlanarak oluşturduğu ve bitmek tükenmek bilmeyen o dairelerin sesi varya, işte o :(

mesela şuan ben birazdan uykuya dalıp rüyalar görecek bir bebe gibi esneyip duruyorum... ama ışığı kapayıp yattığım an bitiyor herşey..... :(

bu akşam yeni bir kitaba başladım "olasılıksız"

olasılıklardan bahsederek başlıyor kitap. çoğunuz bilirsiniz. neyse başladım okudum okudum okudum... uykum geldi ışığı kapadım... ve yine olmadı.... 

yarın... anneme giderken bir eczaneye uğrayıp ilacı alıcam artık... yalnız bu ilacında kötü bir tarafı var, içtikten maksimum 15 dk sonra sızıp kalıyorsun (bir keresinde aynı resimdeki gibi klavyenin üstünde uyuyakalmıştım) ve uyandığında, veya uyandırıldığında etkisini devam ettiriyor... bütün gün ortada salyaları akarak gezen ama ağzını kapamayı akıl edemeyen bir mal gibi dolaşıp duruyorsunuz... ekrana ağzınız bir karış açık gözler yarı kapalı bir vaziyette bakıp saatlerce oturabilirsiniz... bir nevi trans hali :D

fakat ben sadece uyku düzenm yerine gelene kadar kullanacağım... 

en çok özlediğim şey en geç gece 12 de uyuyup sabah 9 da uyanabilmek :( sonra ebru şallı'yla plates yapmak :P

huzurunuzda dua ediyorum, ne olur tekrar uyuyabileyim... :(

27 Kasım 2010 Cumartesi

tek istediğim uyumak :(


fecii günler geçiriyorum :S ciddi uyku problemi yaşıyorum.. bu sabah 9 da ancak uyuyabildim... elimde değil... 

kendimi makinist filmindeki trevor riznik gibi hissediyorum..sanırım bende uyku yeteneğimi kaybettim.. inanın bir ara gece kalkıp uykumun gelmesi için onun gibi diş fırçasıyla yerleri fırçalamayı bile düşündüm... 

yatıyorum sağa dön sola dön öffle pöffle... kalk 2 sayfa kitap oku, evet evet sanırım uykum geldi de yat ama yine sağa dön sola dön... kalk bir bardak süt ısıt iç, yine yat sağa dön sola dön, yine kalk bilgisayarı aç bak bak bak gözlerin yanana kadar saçma sapan şeylere bak oku.. evet bu kez kesin uykum var de. yat sağa dön sola dön... gün aydınlansın saatler geçsin ve ne zaman olduğunu kavramadan saçma sapan bölük pörçük uykuya dal... ama bütün sesler kulağında çınlasın...

merdivenleri koşarak çıkan çocuğun, işe gitmek için çalıştırılan araba motorunun, buzdolabın üzerindeki küçük saatin, martıların... her ses iğne gibi beynimin içine içine işliyor...

hayatımda ilk kez uyku problemi yaşıyorum... 

ve bunu kendi kendime yenemeyeceğimi artık biliyorum... işin kötüsü bi şekilde uyusamda (ki bu kesin gündüze denk geliyor) bu kez uyandığımda midem taş gibi olmuş vaziyette ve hiç yemek yemiyorum.... :(  

ne gün ışığını adam akıllı gördüm 1 aydır nede sabah kahvaltısı yaptım... bu işin bir sonu gelmeyecek anladım... eskiden kullandığım bir ilaç beni deli gibi uyutuyordu.. o zaman çalışmamı etkiliyor diye çok sevmiyordum bu ilacı.. ama kıymetini bilmemişim... şimdi yine o ilacı kullanmaya başlayacağım... artık bu psikolojiden çıkmak istiyorum... evet istiyorum.. resimlerdeki gibi mışıl mışıl uyumak sabah dinç uyanmak, güne mutlu başlamak istiyorum...

ayrıca sütün uyku getirdiği de yalannnnnnnn :S

26 Kasım 2010 Cuma

başlıksız

bir şeyler yazdım, bir sayfa dolusu yazdım hemde... oysa güzel şeylerdi... fakat sonunda yine suçlanacağımı bildiğimden sildim hepsini... insanın artık birşeyleri söylemekten vazgeçtiği anlar vardır ya, işte onlardan biridir bu...

birşey biliyorum tek bir şey... kimse, hiçkimse sizi sizden iyi anlayamıyor...

annemi özledim, çok özledim.... daha geçen pazar gördüm ama olsun... şimdi yarın arasam desemki;

"anne seni çok özledim" 

anlayacak kadın.. alışık değil çünkü... o beni her aradığında söylemesine rağmen.. ben bir kere bile söylemedim... aptalım değilmi... çok aptalım hemde....

annemi çok özledim......

24 Kasım 2010 Çarşamba

son günlerde










bu aralar içimde tarifi zor duygular yaşıyorum... sebebini kesin belli olmadan söylemek istemiyorum... hayır hayır hamile falan değilim :P




bu sebeple ne yazmak istiyorum ne de başka bişey yapmak, dün oturup iki film izledim arka arkaya.. biraz onlardan birazda son okuduğum kitaplardan bahsedeyim..




ilk film uzun zamandır izlemek isteyip fırsat bulamadığım AMELİE ile gönlümüze taht kuran audrey tautou'nun filmi.




filmin fransızca adı; la folie... pas du tout türkçe adı ise, seviyor sevmiyor.. aslında tam olarak bir aşk filmi değil... o suratını yediğimin audrey'si yine tüm sevimliliğiyle kalbimizi çalıyor fakat filmin ortasında film yeniden başlıyor gibi... bence izlenmeli... güzeldi sevdim ben...




ikinci film ise mimiklerine, ağzına sığdıramadığı dişlerine tahammül edemediğim sinem kobal'ında oynadığı, romantik komedi... yahu bir film bu kadar çakma bu kadar özenti olabilirmi, sırf zaman dolsun diye izlediğim bir filmdi, bence sizde sırf zaman öldürmek için izleyebilirsiniz çok fazla bişey beklemeyin, filmde cemal hünal, engin altan düzyatani sedef avcı oynayanlar arasında, hele o cemal hünal denen enteresan ifadeli şaşkın görünümlü üstelikte çirkin adam varya... ıssız adam olmaktan kurtulamamış... açıkçası türkiyede oyunculuğunu beğendiğim çok fazla inan yok... ama beğendiklerimide sağlam beğeniyorum :) fikret kuşkan gibi, bu adam beni izlerken ağlatabilen tek adam heralde... hayır babam ve oğlumdan bahsetmiyorum... bence babam ve oğlumdada hümeyra bozmuş işi... o abartılı şivesi filmi inandırıcılıktan uzaklaştırmış...




kitaplara gelince efendim... son zamanlarda kitap okumadan uyuyamaz oldum.. eski günlerdeki gibi... çok büyük ümitlerle başlamadığım iki kitapta beni şaşırttı... benm burada yaşadığım yerde bir kitapçım var sık sık gidip rasgele kitap alırım... bu kitaplarda öyle oldu biri bestseller'mış sonradan öğrendim kitap bir mülteci çocuğun dramını anlatıyor... adı küçük arı... çok fazla söze gerek yok. güzel kitaptı... bitirmesi biraz uzun sürsede yer yer acaba şimdi ne olacak diye merak ettiğim zamanlar oldu..




diğer kitap ta ''çünkü seni seviyorum" isimli enteresan bir kitap. yazarı guıllaume musso. aşk romanlarını hiç sevmem.. ama bu kitabın açıklaması ilgimi çekti ve kısa zamanda filminin çevrilmesini umuyorum şimdi... bu arada adı gibi aşk yoğunluklu bir kitap değil bu.. orada sevilen bir kadın veya bir erkekte değil...




üçüncü ve son kitap ta.. başladıktan 2 gün sonra biten ve okurken çok eğlendiğim çok güldüğüm bazen sinirlendiğim ve bir çoğunuzun bildiği "pucca günlük ; küçük aptalın büyük dünyası"




güzeldi ve devamını bekliyorum...




işte böyle sayın bilokseverler... son günlerde yaptıklarım sadece kitap okumak ve film izlemek.. bilgisayarımı bile doğru düzgün elime almaz oldum.. daha çok düşünüyorum... kafamın içi çok dolu... çok karışık, duygularım çok karışık...




yakın zamanda netlik kazanacak o zaman sizinle de paylaşıcam.. şimdilik hoş kalın....





22 Kasım 2010 Pazartesi

coraline saçlarına elveda :(


bir süredir saçlarıma takmış durumdayım... hayır depresyonda değilim... evet depresyondayım :(

evet, yok yok tam olarak değil... yani en azından saçlarıma takma sebebim depresyon değil... kışın gelmesiyle beraber saçlarım kendinden geçti.. artık onları formda tutmak imkansızzzz... zaten ince telli ve düz olan saçlarım hemen sönüyorlar... hergün saç yıkayıp fönlemekten yoruldum... saçlarım dökülmüyor çok şükür.. ama hava nem mahvediyor zavallıcıkları... saç modelim yukarıda resimde gördüğünüzün aynısıydı.. geçen hafta kuaförüme gidip sadece sol tarafı kısaltmasını söledim asimetrik olsun istedim.. şimdi sol taraf kısa sağ taraf uzun... aslında modelden menunda kaldım ama şu çabucak sönme ve kirlenme olayına bi çare bulamadım... çeşit çeşit sabun şampuan ve her türlü zımbırtıyı kullandığım halde hacimli tutamıyorum onları... ve önceki gün aklıma bir fikir geldi...

saçlarımı kıvırcık yaptırsam nasıl olurki ??

ben böyle düşünüp dururken dün annemlerin de aynı fikirde olduğunu öğrenince daha bir gaza geldim.. fakat en son bi hayli kısa kestirdiğim için sanırım bu işlemi yaptırmak için biraz uzamasını beklemem gerek... uzayana kadar depresyondan çıkıp fikrimi deiştirmessem tabi...

moda moda dediğin....


bu seneki leopar modasına manavdaki muzlarda uymuş olmalı ki, dün resimdeki muzu aldıktan sonra iyice emin oldum.. çantamla da pek uyum içinde oldular.... :)

21 Kasım 2010 Pazar

büyüyünce ne olacaksın ?


çocukken büyüyünce ne olacaksın sorusuyla karşılaşmayan varmıdır bilmem... evet bana da sürekli sorulan sorular arasındaydı...

büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında anne olucam derdim, biraz daha büyüyünce ünlü olucam demeye başladım ama düşünüyorumda hep birbirine uç cevaplar vermişim... anne olmanın sandığımdan renkli olmadığını anlamaya başladığım zaman tüm ilgim ünlü olmaya kaymıştı işte...

anne olmaktan ne zaman vazgeçtim biliyormusunuz?

annemle bir türk filmi izliyorduk, bir genç kız hamileydi ve ailesi onu dövüyordu bu yüzden, neden diye anneme sorduğumda ''babasız çocuk doğurmak istediği için'' dedi.. yani yine o zaman annem olabilecek en yalın haliyle anlatmıştı olayı.

aslında, genç kadın gayrımeşru bir çocuğa hamileydi...

herneyse, ben ilk o zaman çocuk sahibi olmak için bir erkeğe ihtiyaç olduğunu öğrendim... ve vazgeçtim... vazgeçme sebebim bir adamla ortak yapılması değildi, aslında nedenini tam olarak da bilmiyorum ama sanırım biriyle beraber yapılınca bu bi meslek olmuyordu bana göre.

işte ondan sonra ben büyüyünce ünlü olmaya karar verdim...

ve hatta büyüdükçe dahada kuvvetlendi bu düşünce, ünlü olmanın ne mükemmel bişey olduğunu anladım... mahallede her oyunda lider ben olmak isterdim, herkesi tek sıraya dizer elime sopayı alır öğretmen olurdum, evcilik oynarken asla evin çocuğu değil büyüğü olurdum, he birde top oynardık mahallede, kız yoktu çünkü benden başka, biri lazım olunca benide alırlardı aralarına fakat ben nedense top bana atıldığında topu kucaklar mahalle boyunca kaçardım, bi hüseyin vardı uyuz olurdu bana, kriz geçirirdi her top oyununda ''top elle tutulmaazzz, elle tutulmaaaaaaaaaaazzz'' diye kükrerdi ama ben her seferinde yine aynısını yapardım... hiç çaktırmadım ama, anlamadığımdan değildi topu kucaklayıp kaçmam, çünkü ortak oynanan bir oyunda bi farkım olmalıydı... :)

neyse gel zaman git zaman, ünlü olma fikrini iyiden iyiye benimsedim...

bir gün okul bizi bir tiyatro oyununa götürdü, hiçbir geziden o kadar zevk almamıştım, avazım çıktığı kadar güldüm güldüm güldüm. eve döndüğümde ne olacağımı artık daha net biliyordum tiyatrocu olacaktım ben... 

okul hayatım boyunca ya okul gecelerinde özel günlerde şarkı söyledim. ya da tiyatro oyunu yazdım oynadım... kendi çapımda ünlü olmuştum... sonra okul bitti, özel bir tiyatroda oynamaya başladım, artık hayran kitlem bile vardı :P hala şarkı söylemeye oynamaya oyun yazmaya devam ediyordum... hayatta kendimi en iyi hissettiğim yerdi sahne (burada da tambi ünlü gibi konuştum he) 

çocukken hep derdim ki bir gün insanlar bei tanıyacak herkes beni gördüğünde birbirini dürtecek... tamam olmadı olamadı :) o kadar ileriye gidemedim.. hayal ettiğim herşeye sahip oldum ben... bi ünlü olamadım... 

garip hayal dünyamın bi eseriydi ünlü olmak da, kendime ait bi dünyam vardı benim, kimsenin aklının alamayacağı, hep renkliydi sessiz sakin ama çakal gibi bi çocuktum ben, çok konuşup çok oyun oynamadım hiçbizaman ama hep düşündüm hayal kurdum.. en sevdiğim hikaye kitabım, alice harikalar diyarında idi... kendimi kaybederdim okurken... yüz kere okusam bıkmazdım...

masal gibi bi hayat düşlerdim hep, ışıkları hiç sönmeyen. renkleri hiç solmayan, bu yüzdendir en sevdiğim yönetmenin tim burton en sevdiğim film türünün animasyon olması :)

ve büyüdükçe hayal kurduğum dünyanın renkleri aslı ile örtüşmedi, herşey daha gerçekçi olmaya başladıkça dikişlerim tutmadı bir türlü... ünlü olamadım, dünyanın masal gibi olmadığını anladım... 

ilk staj yaptığım okulda bir öğrenciye büyüyünce ne olacaksın diye sordum

- genel kurmay başkanı olucam öretmenim. dedi

bu aklı ona kim vermiş bilmiyorum ama bu kafada bi çocuğun renkli bi dünyası olmayacağı kesin... dünyasındaki tek renk asker yeşili :) hayallerini kurduğu şey olmasa bile tek renkten feragat edecek.. olsun iyi....

20 Kasım 2010 Cumartesi

bayram gezmeleri...




bayram ertesi ilk postla selamlar sayın bilokseverler

bu bayram hiçbiryere gidemeyip evde kalmamız sonucu, evde kaldık hissi yaşamamak için her gün bir fiil gezinip durduk, ilk gün akraba ziyaretleri bitince akşamı arkadaş, kuzen grubuyla geç saate kadar muhabbetteydik, hava birden soğuyunca vede gündüzün güler yüzüne aldanınca tabi hazırlıksız yakalandık... çok üşüdüm çoook, ertesi gün de öğlene kadar uyanamadım öğleden sonrada kendime gelemedim bi süre, fotoğraf makinam olmadık zamanlarda arıza çıkarıp olmadık zamanlarda pilleri bittiği için, sizi adam gibi fotoğraflayamıyorum maalesef ama 2. gün akşama doğru kendime hala gelemeyince pekte isteksiz bir şekilde sevgiliyle nereye gideceğimizi bilemeden çıktık dışarı kendimizi taksim hayal kahvesinin önünde buluverdik...

hayal kahvesinin hemen çaprazında line diye güzel bir mekan daha var bileniniz vardır... ikisi arasında kararsız kalınca, line'da gece yarısından sonra sarp'ın çıkacağı haberinide alınca orada karar kıldık... sarp şey yahu ümit besen'in nikahına beni çağır sevgilim şarkısına cover yapmıştı hani, heh işte o sarp. fekat zaten nikahına beni çağır sevgilim döneminden de sevemediğim kanımın kaynamadığı sarpın canlı performansıda hiç iç açıcı değildi.. şayet o çıkana kadar kafam gayet güzel olmuş olmasına rağmen gitmedi yaaağğğğniiii :P

sarp'tan 2 şarkı dinledik ve çıktık.. ama zaten bi hayli erken gitmiştik.. sarp'tan önce kukla diye bir grup vardı götü yere yakın solisti melek bile ondan daha iyiydi...

neyyyse gelelim gecenin enteresan mevzuularına

buradan türk gençliğine sesleniyorum, sevişmek için barları tercih etmeyin.. şayet gecenin o saatinde sevgilisiyle bara gitme sıkıntısı olmayan bir kızın onun evine gitme sıkıntısıda olacağını sanmıyorum... gidin daha konforlu bir ortamda gözlerden ırak ne halt ediyosanız edin... 

bunun dışlında bir çift daha vardıki geceye gayet mesafeli başlamışlardı, hatta o kadarki hanım kızımız arkasını sahneye dönmüş dünya yıkılsa dönüp bakmayacak kadar mahçup görünüyordu.. yanındaki delikanlıyla arada sigara içmeye çıkışlarında bile aralarından bir tren geçecek kadar mesafe bırakmış bırakın elini tutmayı gece boyunca yüzüne bile bakmamıştı... ama ahh işte şu alkol denen meret yokmu... tesirini göstermeye başlayınca o pek mahçup kız yakayı paçayı dağıttı ve ritm denen olgudan habersiz başladı eller havaya hop hop kop kop yapmaya.. ben ömrümde bu kadar dans eden gördüm ama bu kadar uyumsuz dans edeni görmedim arkadaş... :D neyse bacımız zamanla kanı kaynamış olmalıki üstündeki ceketi çıkarıp attı, delikanlının boynuna sarılmalar şappadanak öpmeler, dans ettirme çabaları görülmeye değerdi,

bi süre sonra onlarda gittiler... artık gecenin sonlarına doğru gerek sarp'ın sıkıcı sahnesi gerekse hemen yanımıza çöreklenen iki adet şıllık yüzünden tadım kaçtı... haydi yetti bu kadar deyip sevgiliyi kolundan çekeleye çekeleye çıkardım,, hemen karşıdaki çorbacıya hangi ara oturduk bilmiyorum... çorba kasesinin dibini görünce biraz ayıldım...

bu arada hayal kahvesinde her cmts gecesi soul staff diye muhteşem ötesi bir grup çıkıyor. bu adamlar bir zamanların passaparolasında yabancı cover'lar söylemekteydiler.. taa o zamanlardan hayrandım kendilerine, belki hatırlarsınız solisti saçlarını elvis gibi tarar hep..

3. gün yine aileyle geçti. ve bugünde son gün, arkadaşlarımızla emirganda yemek ve bir ikea seferinden sonra yorgun ve bitap vaziyette eve düştük... 

bayramdan geri kalan bol bol üşümek oldu... hava artık soğumaya başlıyor gibi, gündüz güneşine aldanmamalı, akşamları feci üşüyorum ben...

bundan sonra beni haraketli bir dönem bekliyor. önümüzdeki ay hala oluyorum çünküüüüü :)

şimdi bebek arabası beşiği ev taşıma oda hazırlama döneminde bende yardımcı olacağım... zaten dün de günümüz bebek mağazalarında geçti, ne masraflı iş arkadaş...

çocuk sahibi olan tüm bloggerları takdir ediyorum zaman ayırabildikleri için...

nice bayramlara sayın bilokseverler.... hep beraber olmak ümdiylee :P


16 Kasım 2010 Salı

bayram, trafik ve birkaç ibiş


bayram planımız iptal oldu uçak fiyatları tavan yapınca arabayla gitmeye karar verdiğimiz trabzona en sonunda gitmeyeye karar verdik... baya karmaşık oldu son güne kadar gidip gitmeyeceğimiz belli deildi... falan filan...

bizde gezimizi bayramdan sonraya erteledik bu kez tabi uçakla :S

şimdi bayramda istanbulda kalınca biraz plansız oldu bu.. ne yapsak nerelere gitsek diye düşünüp duruyoruz bir gün sapancaya ertesi gün bursaya gidelim diye planlar yapıyoruz.. sanırım evimizde oturup geçireceğiz bayramı... 

bu arada etrafımda ''ıyy istanbulu hiç sevmiyorum, öff çok kalabalık, ayyy çok keko var, ahh ah nerde benim izmirim, vs vs diye bik bik öten insanlara bi güzel giydiricem...

siz hiç istanbulu bu kadar boş bu kadar sakin bu kadar trafiksiz gördünüzmü ?

allahtan bu öten izmirli manisalı ankaralı hernereliyse oralı insanlar bu uzun tatilde memleketlerine gittiler de istanbul nefes aldı.. kalabalığı oluşturan zaten sizsiniz... o keko diye aşağıladığınız insanda memleketini bırakıp gelmiş siz de... ne farkınız var??

istanbulda yaşayan herkes bi bakıma gurbetçi zaten... ama bi mantıklı düşünün bi yavaş olun yahu.. siz acaba dünyada istanbul kadar güzel şehir gördünüzmü??

yemişim izmiri....

aaa tepemi attırdılar benim yahu...

türkiyenin her köşesi güzel hepsinin ayrı güzelliği var... ama ben bi ankaralıları bide izmirlileri anlamıyorum arkadaş.. bok vardıda niye geldiniz.. istanbulda size bayılmıyor.... sırf bu tipler yüzünden bu 2 memlekete antipati duyuyorum... kimse kimseyi zorla tutmuyor beğenmeyen gitsin geri... hadi cnm güle gülee hadiiiiiiiiiiii............

bu arada sözüm meclisten dışarı...

kastettiğim istabulu itin kötüne sokup çıkaran.. ama zamanında istanbulda yaşıcam ben diye anasıyla babasıyla papaz olan, çevremdeki bikaç ibişe.... 

yoksa istanbulda zaten gerçek istanbullumu varki??

neyse biloksevereler herkese mutlu bayramlar....

istanbuldakiler sükunetin tadını çıkarın.. çok değil 5 gün sonra ibişler geri dönecekler.....



14 Kasım 2010 Pazar

fare-cik


niye böyle bir başlık verdim bu yazıya ? çünkü fareye cik eki eklenince belki yaşadıklarım daha sevimli görünebilir...

işte ben yıllardır yaşadığım bu travmayı kendimi böyle kandırarak bastırıyorum...

liseye gidiyordum yani çok uzun zaman önceydii... okulum evime çooook uzak olduğu için (60km) sabahları gün daha ağarmadan yola çıkar ve kahvaltı yapmaya fırsat bulamazdım... o zamanlar servis yok 2 vesaitle okula gidebiliyorum.  ve 2. otobüse bineceğim durakta en yakın arkadaşımı beklerken hemen oradaki pastaneye girip poğaca çay eşliğinde kahvaltı yapıyorum... her sabah durakta aynı insanlarla bekler ama birbirimizi tanımazdık.. öğrenciler, çalışanlar vs. o sabah yine duraktan tanıdığım genç bir adamda aynı pastanedeydi... benden 2 masa önce oturmuş poğaçasını yemekle meşguldü... görüş alanımda arkası bana dönük oturan adam ve pastanenin giriş kapısı vardı... adam poğaçasını çatala batırdı tam ağzına götürecekti ki, tezgahın altından havayı koklaya koklaya bir fare-cik çıktı... adam çatalı havada fareye bakıyor fare hala havayı kokluyordu... ben fareyi görünce istemdışı bir ''hiiih'' sesi çıkardım ve fare pırrrrrrrrrrrrr diye diğer tezgahın altına kaçtı.....

adam arkasına dönüp bana baktı

-gördün değilmi??

dehşet dolu gözleri yerinden pörtlemişti.. fare-cik gözümüzün önünden seyirterek geçip diğer tezgahın altına girmişti.. pastanede gereksiz bir sükunet hakimdi...

- evet gördüm... dedim ve sonra tabağımda yarım duran poğaçaya baktım

bende adamda daha fazla yiyemeyeceğimi anlamıştık aynı anda kalkıp pastaneden koşar adımlarla çıktık :)

durakta fareyle alakalı yapılabilecek en uzun muhabbeti yaptık.. fare alt tarafı bir tezgahın altından çıkıp diğerinin altına girmişti... ama pastanenin coğrafi konumu dahil tüm detayları konuştuk

en nihayetinde pastanedeki malzemelerin dışarıdan geldiğini hatırlayarak birbirimizi rahatlattık.. saçma!! :S

fare fink atıyordu pastanenin içinde, halbuki fare neden bu kadar tiksinç gelir insana şimdi anlam veremedim.. sinek daha iğrenç değilmi ? pastanede en sevdiği şeyler arasında boklara konmak olan bi böcekten yüzlercesi varken , içeri girmiş olma ihtimali 10 da 1 olan bi hayvan bizi ondan daha fazla tiksindirir...

hayır hayır maalesef masum ve sevimli gösteremicem bu durumu ... kabul ediyorumki fare sinekten daha iğrenç... 

ve lanet olsunki bu başıma bir kere gelmedi... :S

yine aynı yıllarda, gece evin yakınındaki büyük markete girmiş arkadaşımla alışveriş yapıyorduk... bu kez sonuna cik eki ekleyemeyeceğim kadar büyük bir fare önümüzden tozu dumana katarak geçti... bu kez susmayacaktım ! hakkımı sonuna kadar arayacaktım.. hemen market görevlilerinden birine durumu anlattım... adam bana ne dedii ....

- ahahah ilahi.. siz onu faremi sandınız o bizim markette beslediğimiz kedi :P

dalga geçti benimle adam, hemde bunu örtbas etmeye çalışarak değil baya alenen dalga geçti... ulan kedi olsa kaç yazar market burası market.... nerde hijyen nerde temizlik... ki yıllarca kedi bakan bir insana sen koca lağım faresini kedi diye yutturamazsınnnn...

arkadaşım ve ben sadece adamın arkasından bakmakla yetindik..çünkü tüm bunları söyledikten sonra, o adam koca götünü sallaya sallaya dönüp gitti... aldığımız çekirdekleri yerine bırakıp çıktık oradan.


12 Kasım 2010 Cuma

sensin aldente !!!


nora ashira nın buradaki yazısından sonra aklıma bir nişantaşı anısı zerk edildi :P

yıllar önce bir gün yıldız teknikte bir dersimiz vardı, çoook yorucu ve sıkıcı ve uzuuun bir dersten sonra hepimiz acıkmış vaziyette çıktık herkes bir yerlere dağıldı biz 2 arkadaş kaldık karnım çok açtı ne yesek ne yapsak deyince benim diğer arkadaş nişantaşına gitmeyi önerdi

- yakın yahu atlayıp taksiye gidelim

açıkçası nişantaşını daha önce görmediğim için birazda hevesle gittim... uzun bir gün olacağı için ve rahat olmak için baya eşofmanla çıkmıştım evden. arkadaşım ise koyu beşiktaşlı ve o akşam beşiktaş maçına gideceği için üzerinde forma vardı..

sonra city's e girdik.. yemek bölümüne çıktık şu ünlü sosyetiklerin restoran açtıkları kata çıktık bu benm arkadaş biraz kalantor olduğu için direk bildiği bir yere soktu bizi.. ve oturduk menü geldi daha menüyü açar açmaz gözlerin pörtledi, menüde yazan yemeklerin ne adını daha önce duydum nede fiyatlarını daha önce bir yemek için verdim...

yuuuuuuuuuuuuuuuuuhhhh ohaaaaaaaaaaaaaa dedim

arkadaş bana baktı ve

- hayırdır beğenmedin yemekleri heralde ??

aslında ne olduklarını bi çözsem beğenicemde

tamale , buritto, enchilado, vs vs

- kalk buradan kalk gidelim makarna yiyelim

makarna ya bu, ucuz sonuçta, bedava denecek kadar ucuz...... !!!!!!!!

bok ucuz, kalktık oradan başka bir yere oturduk sade makarna yicem yahuu.. bi paket makarna 50 kuruş..

biz böle eşofmanlı formalı 2 tip yine oradaki sosyetiklerden birinin lokantasına daldık (ama ben sosyetiklerin lokantası olduğunu bilmiyorum henüz) kapıda bizi benden daha şık bi kız karşıladı, ''buyrun sizi şu masaya alalım uygunmudur efendim? nasılsınız iyimisiniz'' faslından sonra (ki bunada bi anlam veremedim o zaman) oturduk bi kocamaaaaan yuvarlak masaya....

bir garson geldi ve menüyü uzattı... menüyü bir açtımkiiiiii ne göreyim!!! en ucuz makarna 50 liradan başlıyor..

-bunda bikaç sıfır fazla yazılmış heralde dedim arkadaşa yutkunarak.... :S

ama buradanda kalkamazdık ya en ucuzunu istedim ben... rezil olmak var işin ucunda artık kredi kartı falan bi şekilde öderiz, taksit yaparlarmı ki acep diye düşünerek...

neyse makarna kocaman yuvarlak bir tabağın içinde avucumun içini doldurmayacak kadar az bir şekilde masamıza teşrif etti... 

yine o şık giyimli kız geldi ;

- efendim yanına 1900lerden güzel bir şarap... daha o lafını bitirmeden ben ''bişi içmicem saolun'' diye lafını kestim... kız uzaklaştı ama gözü bizim masada..

bir lokma aldım makarnadan öğğğk tatsız tutsuz üstelik pişmemiş gibi...

kız yine sinsice yanıma yaklaştı...

- nasıl buldunuz efendim??

berbat, hiç beğenmedim, lastik gibi ne tadı var ne tuzu... üstelikte pişmemiş... diyemedim tabi...

- güzel ama biraz daha pişebilirdiii !!!

- efendim makarnalarımızı aldente kıvamında pişiririz...

ne diyosun be kadın aldente maldente pişmemiş işte... dünya para vericem bide pişmemiş makarna yicemmm... sen o parayı bana versen ben tüm bu merkez çalışanlarına kazanla makarna yaparım.....

hayatımda bir daha yapılmaması gerekenler listemde city's e gitmek, o malum arkadaşla gezmek, ve aldente makarna yemek var artık...


bayram geliyoooorrr


bayram yaklaşıyor, ilk kez bu bayramı ailemden uzakta geçireceğim :( garip bir duygu...

bayram deyince aklıma ilk gelen şey annemin bayram sabahı hazırladığı kahvaltı oluyor, hamur yoğurur sonra onları kızartır miss gibi kokar evin içi... :( bu bayram o kızarmış hamurlardan yiyemicem işte. geçen bayramda yiyememiştim zaten. en iyisi bu akşam kendim yapıp hem ağlayıp hem yiyeyim :P

bayramda istanbul'da olmayacağız...  trabzona gidiyoruz, sevgili söz verdi gezdirecek beni... :) umarım çok güzel geçer... daha önce bir kere gittim trabzona, zaten yeşil ve doğal olan herşeyi sevdiğim için yadırgamadım orayıda sevdim,

sümela manastırına gitmiştik o zaman, inanın hayretler içerisinde gezdim oraları nasıl yapılmış aklım ermedi dağların tepesinde doğru düzgün yolu bile olmayan.. fecii yüksek bir yerde dağ oyularak yapılmış... 

acaba eskiden insanlar şimdikinden dahamı zekiydiler :P

sonra atatürk köşküne gitmiştik çok güzeldi çok... atamızın orada kaldığını o merdivenlerden çıktığını bilmek bile güzeldi... 

eğer aranızda bir gün trabzona gitme niyetinde olan varsa mutlaka atatürk köşkünün çay bahçesinde tost yiyin... hayatımda böyle güzel bir tost yemedim ben... alt tarafı tost demeyin bayıldım bayıldımmmm... şimdi onunda sözünü aldım gidince sevgili beni atatürk köşkünede götürecekmiş :)

ayasofya müzesi var bir de... tarihi yerleri gezmeyi zaten seviyorum orayada bayıldım haliyle,

trabzonun içinde bi trabzon müzesi var, orasıda çok güzeldi.. güzel yani sevdim trabzonu şimdi tekrar oradayız... 

birde son anda arabamızla gitmeye karar verdik, gezerek gideriz diyor sevgili :(

ama ben hiç sevmiyorum uzun yolculuğu... offf şimdiden sıkıntılar bastı... 

uçakla yolculuk ise en son tercihim, uçaklarla alakalı bazı sorunlarım var :) ona hiç girmiyorum bile...

neyse umarım iyi bir yolculuk olur...


11 Kasım 2010 Perşembe

ilginç komşular part2


garip eğlenceli yorucu bir gündü :) ahahah hala aklıma geldikçe gülüyorum hatta kahkaha atıyorum... 

herşeye böyle gülebilen biri değilim. yani, aslında gülerim fakat daha çok durum komedilerine... 

sabah erken saatte saçma bir telefonla uyandım.. aslında bu telefon yüzünden gergin başladı gün... 

sinirlenince mutlu olunca üzülünce ve yalnız kalınca yemeden içmeden kesiliyorum... :D hatta yemekle alakalı ciddi problemlerim vardı yakın zamana kadar, hala tamamını aşabilmiş değilim... şimdi bu telefonla çook erken uyanmama rağmen öğlen 12 ye kadar hiçbişi yemedim yine.. genelde zaten yalnızken yiyemiyorum... akasya durağını izlerken (ki sinirden sadece ekrana bakıyordum) yine telefon çaldı.. bu kez annem aradı, gelmiyormusun dedi. teyzem istanbul dışında yaşıyor şuan annemlerde ve onu görmeye gideceğimi söylemiştim ama sabahki sinirden unutmuşum..

aslında sinirlerim bozulduğu için gitmek istemedim ''yarın gelsem olmazmı anne'' dedim 

''teyzen yarın dönecek, hem sana diktiğim elbisenin provasını yapacaktık'' dedi...

oflaya poflaya tamam peki gelirim deyip kapadım telefonu, üşendim çünkü 2 saat yol çekecek durumda deildim

2 dk geçti geçmedi annem tekrar aradı. '' neyse sen gelme biz geliyoruz hem teyzen kızlara biraz alışveriş yapacakmış'' dedi 

dışarıda buluştuk kuzenlere bişiler aldık, eve döndük açlıktan biitap düşmüş vaziyette... tabi ben onlarla can sıkıntımı unuttum, eve dönüncede tıka basa yemek yedik.. ee sonra teyzem en büyük kuzenimi aradı bedenini sordu ve aldığı elbisenin ona olmayacağını anladı tekrar çıktık elbiseyi değiştirdik, onlar tekrar yola koyuldular bende eve doğru yürürken, sevgili aradı ben geliyorum 15 dk sonra ordayım demezmiii :D aman allahım ne hızlı yaşıyorum günü !!!

evin sokağına doğru yol aldım tam sokağın başında bir kedi sürüsü apartmanın birinin camına bakıyor... 1. katta camda bi teyze yanında da camda oturan bi kedi daha...

-hayırdır inşallah diye bakınırken... teyze ''bu aç kurtlar bizim kızın peşinde'' (kedisinden bahsediyor) dedi bozuk türkçesiyle, enteresan ismi olan teyzenin ben ermeni veyahut rum yada işte ne deniyorsa ondan olduğunu anladım... biz böyle kedilerle alakalı koyu bir muhabbete daldık teyzeyle o esnada sevgili geldi... o da katıldı bize, konumuz kediler...

önceleri gayet masumane ve sakin başlayan konuşmamız, benim geçen gün bizim sokakta terkedilmiş bir iran kedisi gördüğümü söylememle şiddetlendi...

camdaki teyze:

ahh ben o yavrunun hayatını kurtardım, allllllllaaahhh belalarını versin onların (bunu söylerken çapraz apartmana bakıyordu sevgilide bende gayri ihtiyari dönüp baktık)

allllaahh onların belalarını versin almışlar yavruyu doğuştan gözü kör diye atmışlar sokağa, kaptım veterinere götürdüm, allaaaaaaaaaaaahh belalarını versin püüüüüüü....

ben:

kim atmıış? (apartmanı işaret ederek) buralardan birimi?

camdaki teyze:

yooo.. bilmemki kim atmış !

..... eh be teyzecim madem bilmiyosun niye çapraz apartmana bela okuyorsun.... :)

neyse,, sonuç olarak yavrucuğun kurtulmasına çok sevindim... kedileri bi ayrı sevdiğimi hep sölerim ya, günlerce aklımdan çıkmamıştı o bebik :(

bir kere görmüş ve bir dahada göremeyince öldüğünü bile düşünmüştüm, neyseki kurtulmuş :)

sonra teyze evde 2 tane daha kedisi olduğunu, camdaki ile toplam 3 adet kediye baktığını söyledi, arada kafasını içeri çevirip içeride olduğunu varsaydığımız ve göremediğimiz kedilere kızdı uslu dursunlar diye...

artık tam teyzeye iyi akşamlar deyip oradan ayrılacaktıkki akrobatik bir hareketle içerideki kedilerden biri teyzenin sırtına hopladı

camdaki teyze:

ahahaha bakın işte geldi masaj yapıyor sırtımaa ahaha.. oyyy benim koca t*şş*klı oğlum !!!!

!!!!!!!!!!!!!!!

işte benim içimde patlayan kahkahamın sebebi.. benim buraya yazmaya utandığım kelimeyi teyze öylesine uluorta ve ilk kez tanıdığı insanlar karşısında (üstelikde biri erkek) o kadar rahat dile getirmişti ki... :D eve geldik güldüm güldüm güldüm..... :D hala gülmekteyimde...:D

.....................

bu akşam yemekteyize öyle göz atarken barbaros şansalın evindeki köpekleri tanıdım... ehuheu şaka gibi ama o ön ayaklarından biri olmayan 2 köpeği ben 2 hafta önce kabataş sahilinde gezdirilirken görmüş ve hallerine çok üzülmüştüm, evet tanıdım çünkü biri siyah diğeri karamel rengi biri dik kulaklı diğeri küçük bir cinsin kırması olan ve her ikisininde ön ayaklarından biri olmayan kaç köpek var ki...

vay anasını bir gördüğüm insanı bir daha unutmam diye övünürken şimdi bir meziyetim daha çıktıı :D

bir gördüğüm hayvanı bir daha unutmamm :)

10 Kasım 2010 Çarşamba

ilk el yapımı 3-D animasyon CORALİNE

ev hanımlarının 10 yıl sonra şahitliği kabul edilmesin... cezai ehliyeti olmasın !!


sanırım ev hanımı olmanın en kötü tarafı tüm gündüz kuşağını izlemek zorunda kalmak, bu ev hanımlığı kulağa çokta hoş gelmiyor (heleki fotoğrafçılık kursu hezeyanımndan sonra :( neyse)

sabah seda sayan'la başlayan işkence akşam yemekteyiz ile sona eriyor.. gün içinde yaşananlar şöyle;

sabah seda sayan ablamızın bacımızın... hiçte kıvrak olmayan dans figürleriyle poposuna zoomlanmış bir kameranın görüntüsüne bakarak kendime geliyorum.. beynime ok saplanıyor zınk diye... bu nasıl bir saçmalık?

yıllardır gündüz kuşağı görmemiş bir insanın yaşadığı şoklar bunlar sıkı durun !!

seda sayan neden böle kalasvari hareketler yapıyor ve bu kamera niye onun 33847595 kere silikonlanmış poposunu çekiyor sadece ? bu ne ayıp bişey yahu bakmaya utanıyorum gözlerimi kaçırıyorum kanalı değiştiriyorum başka bir kanalda başka bir kadın programı iclal aydın adındaki olgun vede dolgun hanım abla bir süre oyalıyor beni... aslında gereksiz konuklarla günün o saatlerini doldurmak için yapılmış balonumsu bir program her halinden belli.

veeeee en dehşet verici olanına gelelim........ derya baykal...

ben şahsen derya ablanın accuk kafadan kontak olduğunu düşünmeye başladım..

atlıyor, hopluyor, kafasına tencere koyup 'bunu yağmurlu günlerde şapka olarak kullanalım' diyor, konuklarının konuşmasına şiidetle mani oluyor.. o zaman neden konuk çağırıyor bilinmiyor.. gelen konuklar hebele hübele ek mük kem küm derken bişi anlatamayacağını anlayıp susmayı tercih ediyor.. ve eminim oradan çıkarken bir daha o kanalın yakınından bile geçmemek için yemin ediyor...

en son kapanışı yemekteyiz ile yapıyorum...

özellikle de bu hafta ki yarışmacılarına,

nur yerlitaş...  senin yaptığın işi benim anamda yapıyor, hemde alasını, alt tarafı terzisin be kadın. nedir bu bülent ersoy tripleri ? nedir bu afra tafralar.. gören assolist sanacak... te allaammm..

cenk eren... beni bayıyosun be adam bu nasıl kibarlık anlamadım

ece vahapoğlu... bir gazeteciden çok pop şarkıcısını andıran kadın... 

neşe erberk... hala dünya güzeli seçilmiş olmasına inanasım gelmiyor... belkide sebebi eski öğretmenlerimden birine benzemesidir.. şahsen ben öğretmenimi dünya güzeli olacak sıfatta göremezdim.. onuda göremiyorum işte.. bide garip ses tonu konuşurken hömkürse düzelecek gibi bi his veriyor bana..

barbaros şansal... bu adam normal deil... ayrıca mor ceketine bayıldım taşıdığı anlamlarıda bilince yerinde olmuş :D evet adam normal deil kurtları var dökülmesi gereken.. her yerde görüyorum bu adamı acaba bikaç barbaros şansal var ve onları çeşitli olaylarla ilgilensin diye sokağamı salmış diye düşünüyorum daha geçen gün taksimde hayvan hakları ile alakalı bir eylemde gördüm galatasaray lisesinin önünde dikiliyordu elinde pankartla... ordan geçtim gittim.. saatler sonra dönerken hala orada o9lduğunu gördüm takdir ettim aferim... :D

fakat bir saniye yerinde duramayan bir adamın saatlerce orada nasıl dikilmiş olabileceğine aklım yatmadı.. işte o noktada onun bir klonu olabileceğini düşündüm....

işte böyle sabahtan akşama günün özeti budur... hala yaratıcı fikirler beklemekteyim....

 

kaderimin oyunu


ÖFFF kaderime küseyimmi napayımki ben, herşeye geç kalan kıyısından kaçıran ben, bu kez çok temkinliydim...

evet uzun zamandır gitmek istediğim fotoğrafçılık kursundan bahsediyorum, evime çok yakın bir yerde olması sebebiyle kesin gideceğim bu kez gözüyle bakıyordum, geçenlerde sevgiliyle önünden geçerken soralım bi bakalım dedik daldık içeri, oleyyy daha başlamamış, başlamak üzereymiş ''henüz tam tarih belli deil fakat sitemizden bilgi edinebilirsiniz'' dediler. bikaç mailden sonra bu gün aramaya karar verdim... aslında 2 gündür kafamda bir alternatif daha vardı.. olaki yeterli kontenjan bulunamassa karakalem kursuna giderim diyordum...

neyse aradım telefonun diğer ucundaki nazik ve çarasiz ses tonuna sahip bayan kursun hafta içi 16:30 ve 20:30 arası hafta sonu ise 10:30 ile 16:30 gibi bi saat arası olduğunu söyledi !

yani böyle saçma bir kurs saati olabilirmi o kadar sinirlendimki çaresizlikle beraber '' daha erken olma ihtimali yokmu'' diye sordum... ee yoktu tabi... hanım hanım siz geleceksiniz diye kurs saatlerini mi değiştirelim ? isterseniz bir de kapıya uşak dikelim de geldiğinizi haber etsin, tüm sınıf hazır olda beklesin.... ben olsaydım işte böyle cevap verirdim...

telefonun diğer ucundaki naazik bayan '' maalesef'' dedi sadece

son bir hamleyle ''peki karakalem kursu?'' diye sordum

- aa malesef kayıtlarımız doldu. demezmi :(

olmadı dikiş nakış kursuna gidicem... :( kaderime bak.

bu kez geç kalımcam dedim ama kursun saatleri bana çok geç kaldı, yahu tam akşam saati kursmu olurmuş.. heleki hafta sonu... ben sevgilimle kahvaltı yapamayacakmıyım.. gezemeyecekmiyim?? zaten bi haftasonumuz var birbirimize kavuştuğumuz... 

şimdi ben ne yapacağım he ne yapacağım ? tüm ümitlerimi o kursa bağlamıştım ben... böhhüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüü :( 

cidden ağlamak koptu içimden talihim yok bahtım kara...

bir alternatif üretmem lazım... bişiler yapmam lazım, böyle olmuyor yaratmadan evde boş boş oturarak geçmiyor günler...

varmı yaratıcı bir fikri olan ??

rastlantı diye birşey yokmudur??


eminim bahsedeceğim filmi izleyince sizde böyle düşüeceksiniz. filmin adı 'manolya' ...

geniş bir oyuncu kadrosu var, hepsini saymak zor, kadronun geniş olmasında anlaşıldığı gibi konusuda kadro kadar renkli, birbirinden farklı karakterlerin yaşamlarından, pişmanlıklarından, hatalarından, tesadüflerden bahsediyor. insanın başına milyarda bir gelebilecek tesadüfler... (bu arada bir başka yazımda bu tesadüflerden bahsedeceğim)

filmin başından ortalarına doğru çok karışık ve çözümlenmesi zor görünsede.. ilk yarıyı geçtikten sonra mevzuu çorap söküğü gibi gelmeye başlıyor, ve yerini büyük bir merak kaplıyor... 

yer yer duygularınızı sınır noktaya getirebiliyor olaylar... ağlamak istiyorsunuz olmuyor, bazen sinirleniyorsunuz ama onu bile tam olarak yaşamadan filmin sonuna yaklaşıyor, ve son anda birbirinden farklı bu 13 insanın tamda kırılma noktasında öyle bir şey oluyorki... işte o milyarda bir olabilecek birşey... yok artık diyorsunuz olmaz böyle şey, mümkün değil vs.... ama film kahramanlarından süper zekalı dahi çocuk stanley, bunun cevabını veriyor size,

- bu olabilecek birşey, evet bu olabiliyor diyor....

film konusunda size bir tavsiyede bulunmak istiyorum, mutlaka erken bir satte izleme başlayın.. bizim yaptığımız gibi 23:30 gibi başlarsanız ve ertesi gün, iş günüyse şayet. sabah sevgilim gibi işe geç kalabilirsiniz... :)

film 3 saat sürüyor. fakat korkmayın izlettiriyor kendini...

bu arada filmin adı neden manolya?

sinemalar.com'dan bir yorum;

manolya aynıı insan gibi katman katman tabakalardan oluşmuştur. her katman açıldıkça en derine gidildikçe, gerçekler ve en derin duygular ortaya çıkar. her bir yaprak oprtadaki ana bölgeye bağlıdır ve her biri dolaylı yönden birbirine bağlıdır, tıpkı filmde olduğu gibi.

iyi seyirler... :)


9 Kasım 2010 Salı

içimden geldii

sevgili dinlerken keşfettiğim caaaaaaaaaaanım şarkı

tıklayın

selda alkor ve boktan oyunculuğu


bir insan yaşlanınca saygı görmeyi hakediyor evet ama , yetenekli olmuyor heralde.. bizim türk insanının örf adet gelenek ve görenekleri bunu gerektiriyor sanırım.. yani biz yaşlı bir ünlüye kötü oyuncu diyemiyoruz... hatta en iyisiymiş gibi davranıyoruz..hayır efendim düpedüz zırva bunlar.. az evvel seda sayan programında selda alkor'dan ve ''müthiş'' oyunculuğundan bahsetti... ya göz var nizam var... hatta ben ömrümde selda alkor kadar kötü oyunculuk sergileyen birini daha görmedim... bir zamanlar parmaklıklar ardında diye bir dizi vardı oradaki oyunculardan biri arkadaşım diye izlemiştim bi süre.. inanın o kadına tahammül edemediğim için izlemekten vazgeçtim... bu kadar yapmacık bakışlar, bu kadar tonlaması kötü replikler olamaz... bide onu dizide koğuş ağası yapmışlar varya, böyle hanım ağa gibi görünme çabası onu cevvalleştirmekten çok gülünçleştiriyordu... velhasıl selda alkor bence kötününde kötüsü bir oyuncudur... asmalı konakta oynarken de sevmezdim zaten.. sıkıcı ve renk katmayan bir oyunculuğu var...


8 Kasım 2010 Pazartesi

ilginç komşular...

enteresan bir mahallede oturuyoruz.. şöyleki nerelisinden önce hangi dindensin diye soran insanlar mevcut :)

istanbul'un en eski semtlerinden biri bu sebeple binalar birbirine fazla yakın ve iç içe, evimizin en arka odası (gaz odası) birçok ev ile aynı boşluğa bakıyor.bu sebeple seslerde çok net duyuluyor.. eskiden sevgilinin tek başına yaşadığı bu evde şimdi beraberiz... daha önceleri o yalnızken, bir gün gaz odamızda cam açık otururken yüksek sesle tek taraflı konuşan bir erkek sesi duymuş ve gözlerim pörtlemişti... sevgili 'korktunmu?' dedi halimden anlaşılıyormuş belliki...

evet korkmuştum ama korkulmayacak gibi deildiki... adam sanki karşısında bizim görmediğimiz biri var gibi gayet mantıklı ve yüksek sesle balkona çıkmış bişeyler anlatıyor... :S

yazık kimbilir aklını neden yitirmiş.. arada dışarı alışverişle çıktığımda sokakta karşılaşıyoruz... oda alışverişten dönüyor.. aslında gören gayet düzgün bir insan olduğunu düşünür.. her zaman traşlı düzgün giyimli, elinde ekmek poşeti yürüyor.. ama sokakta bile sürekli bişiler anlatmaya devam ediyor... neyseki başlarda korksamda alıştım bu duruma.. şimdi sadece başım şişiyor.. şuan ben bunları yazarken o arkadan nutuk atıyor... bu sebeple kafam accuk karıştı :)

he birde sürekli 90'lı yılların şarkılarını dinleyen biri var... ne dinlerse dinlesin ama bizide dinlemek zorunda bırakmıyormu, deli oluyorum... son sesle 90'ların pop şarkılarını (yerli yabancı) dinlemekten bıktım...  neden 90'lar onuda anlamış değilim... mesela en son titanic filminin soundtrack'i my heart will go on açlıyordu.. camdan dışarı bağırmak geldi içimden....

- hoooop hemşerim o şarkının modası geçti, hatta bilmem farkındamısın kadın yaşlandı, ricky martin gay olduğunu itiraf etti, bill clinton artık  abd başkanı değil, harun kolçak saçlarını kestirdi......... vs vs...

adam o yıllarda kalmış ona yeni dünyayı tanıtmalı... :)

H&M zırvası


bilokseverler biliyorlar moda biloklarında neredeyse 1 aydır aynı konu dönüp duruyor.. H&M açıldı açılacak şöyle olacak böyle olacak, yok kuş konduracak, yok şapkadan tavşan çıkaracak, 

umarım benim gibi bu söylenenlere inanıp 6 kasımda forum istanbula koşanlardan değilsinizdir.. biraz gözlem biraz merak amaçlı gittik sevgiliyle, ama inanın daha girdiğimiz ilk anda bin pişman olduk.. kalabalık ki ne kalabalık öffffff... en hazetmediğim şeydir kalabalık. kesin bikaç kişiyle kavga ederim öyle bir yerde.. mağazada bişey bakarken kendinden geçen insanlara kılım.. sağına soluna bakmayan küçücük reyonlar arasında tam ortada durup, arkadan gelenleri ruhu bile duymayan, yol vermeyen, müsaade etmeyen, kasada araya kaynamaya çalışan, kalabalıkta olan herşeye kılım.. ve sonuna kadar da savaşırım bunun için.. aslında mümkün olduğunca kalabalığa girmemeye çalışsamda o gün merağıma yenildim evet...

neyse kalabalık sorununu aştık gelelim zırvalara

efenim H&M öyle sanıldığı gibi çooookta ucuz deil.. bence bir koton'la eşdeğer.. ayrıca ürünler o kadar kalitesizki, görüntüde albenisi olan hiçbişi göremedim.. evet desenler fena deil ama o trikoların, bluzların özelliklede sweat'lerin kumaşları 5 para etmez.. inanın sosyete pazarlarında satılan H&M ürünleri bile daha kaliteliydi... 

ikincisi ve bence en önemlisi, mağaza düzeni... böyle saçma bir mağaza düzeni daha görmedim.. bim bile ondan daha düzenli :) yahu bi kere aldığınız birşeyin 2. sini mümkün deil bulamıyorsunuz.. heryerde herşeyden mevcut. bir askıda 20 çeşit ürün var ama birini beğensen kendi bedenini bulmak işkence , bütün mağazayı dolaşıp gezip talan edip öyle bulacaksın... zaten o zamanda alma hevesin kaçıyor.. yaşadım biliyorum... 

bunun yanında sadece ve sadece indirim günlerinde alışveriş yapılacak bir mağaza bana göre, aynen koton gibi yani... iki mağazayıda indirim günleri dışında alışveriş yapmak için ürünlerine göre gereksiz yüksek fiyatlı buluyorum.. H&M den çıktıktan sonra mangoya girdik, inanın sevgilininde benimde gözümüz gönlümüz açıldı mangonun kıymetini bilmiyormuşuz onu anladım...  nitekim ben H&M'den elim boş çıktım, almaya ve o kuyruğa, kalabalığa girmeye değer hiçbirşey bulamadım.sonuç olarak bir dahaki sefere sadece indirim günlerinde uğrayacağım mağazalar kategorisinde girdi. işte benim H&M maceram böyle.. varsa sizinde görüşlerinizi merak ediyorum...

7 Kasım 2010 Pazar

olmamış olmuyorrrrr....


ah be tarkan ah be canım sen niye efendi efendi şarkılarını söylemeye devam etmiyorsun... yıllarca eleştirilmemek için ''tarkan eurovusion'a katılsın'' diyen halkı duymazdan geldin... çok merak ediyorum bu eleştirilerden nasıl kurtulacaksın...

aslında tarkan'ı severim böyle efendi bir duruşu var... fekat national geographic için seslendirdiği büyük göçler belgeseli hiç olmamış... bana edebiyat dersinde yüksek sele okuduğumuz hikaye günlerini hatırlattı... sanki tarkanın (ki öyle) eline vermişler kağıdı '' sen oku abi her türlü giderin var'' demişler... ama belgesel izleyen insan kitlesini hesaba katmamışlar hiçbir belgesel izleyicisi heleki bbc life belgeselini izlemiş olanlar... öyle bir seslendirmeden sonra tarkan'ın seslendirmesini beğenmeyecektir... size bbc life belgeselini dublajsız izlemenizi tavsiye ediyorum.. ayrıca dublajlı halinide tuncel kurtiz seslendirmiş.. güzel olduğunu düşünüyorum...

ahh ahh belgeseli bile dublajlı izlemiceksin onu anladım ben... 

aferim çocuuum


geçen gün mor ve ötesi solisti harun'un bar'da bir mankenle öpüşürken çekilen resimlerinden bahsetmiştim ya hani... bu gün bir şey daha oldu. harun'un kendini ispat çalışmaları tam gaz devam etmekte.. bu arada bende her çabasında bi ayrı mutlu olmaktayım.. harun sanki benim çocuum hey allam bu harun'u niye bu kadar benimseyip bağrıma bastımki ben. bu gün evden çıkmak üzereyken sevgilim seslendi '' gel bak seninki televizyonda'' diye (benimki harun tekin oluyor, nerden benimkiyse artık) aa bi baktımki bir spor programı ciddi ciddi trabzon - galatasaray maçı yüzdelerini konuşuyor... nasıl sevindim nasıl mutlu oldum anlatamam.. kazara biri bi yerde ' yea harun tekin'de gaymiş' falan dese.. '' hayır o barlarda kızlarla öpüşüp spor programlarında yorum yapıo ona gay diyemessin taaammı' diye çıkışabilirim.. harun'u topluma kazandırma çabalarım devam ediyor, hakkındaki gelişmeleride sizlerle paylaşmaya devam edeceğim... netekim hala son şarkılarını bi garip sevmekteyim yeaani... 

5 Kasım 2010 Cuma

çiçekler rengarenk şekerler,



mutsuz bir günün akşamında mutlu bişiler olunca çok ballı oluyor... sevgilim bitaneciğim benim... dün akşam hissetmişmi bilmem mutsuz olduğumu :) elinde bir buket gülle geldi eve.. sonra tuttu beni elimden en sevdiğim şekerlerden almaya götürdü... rengarenk herşeyi seviyorum.. hala çocuk içimdeki simone... şekerler, çikolatalar aldık döndük evimize film izledik çay içtik, şeker yedik... :) ben tamamen unutmuşum ama dün özel bir gündü bizim için... geçen yıl dün akşam çok heyecanlıydık kalbimiz güm güm atıyordu ikimizinde... şaşkındık nasıl davranacağımızı bilmiyorduk... çünkü nişanımız oluyordu o anda... nişanımızın ertesi gün uyandığımda gözlerimi açar açmaz parmağımdaki yüzüğe baktım ve kendimi acayp mutlu hissettim.. öyle güzel bir anki sevdiğinle evliliğe doğru attığın ilk adımlar... nişanlı olarak ilk telefon konuşmamız bile bir başka güzeldi.. ikimizde sürekli kıkırdıyorduk... hava çok soğuktu geçen yıl bu yıl ise günlük güneşlik.. şakır şakır yağmur altında nişan yüzüğü arayışımız bile bozamadı moralimizi... herşey çok hızlı ve ani oldu. nişanımız çok planlı değildi belki ama herşeye rağmen güzeldi... ve hala çok güzel...

sevgilim herşeyden çok seviliyorsun....

perde açılsın


evimiz ufak çaplı bir sinema arşivini anımsattığı içün.. uzun zamandır sevgiliyle sinemaya gitmiyoruz... evet gidelim diyoruz ama onca film varken üşeniyoruz sanırım totolarımızı kaldırıp sinemaya gitmeye.... 

sinemada film izlemeye bayılıyorum.. kocaman perde de müthiş ses sistemi eşliğinde, hele o 15 dk arada dışarı çıkıp gaz odasında tüttürmenin verdiği keyfi başka hiçbişey vermiyor... film biter biz sinemadan çıkarız hararetli bir tartışma başlar filmle alakalı... en sevdiklerimden biri ise bekleme salonundaki patlamış mısır kokusu, bir de fragmanlar... yeni gelen filmin habercisi...

eskiden daha çok sinemaya giderdik haftada 2 kez gittiğimiz olurdu bazen... hemen her yeni çıkan filmi izlerdik.. şimdide izlemeye çalışıyoruz fakat genelde evimizde :) 

sinemaya gidip film izlemeyeli neredeyse 1 yıl olacak bunu farkettim bu gün çabucak açığı kapamamız lazım...

dün gece sevgiliyle inception'ı izledik (başlangıç)

öncelikle çok özgün ve farklı bir konusu var, güzel aksiyon sahneleri kafa kurcalayan kurgusu ve filmin sonundaki şüphe... düştümü düşmedimi  şüphesi :)

film gerçekten türünün ilklerinden, bir filmi kafa yorarak izleyebileceğinizi gösteriyor.

izlediğim filmi 2. kez izlemeyi sevmem ama bu tarz filmler 2 kere izlenebilir.. ilkinde sıradan bir gerilim filmi önyargısıyla izlediğim için 2. kez daha konuya vakıf izlemek isterim... 

burada anlattığım filmler genellikle zaten benmde beğendiğim filmler olduğu için, izlemenizi önerdiğim filmler... yani sevmediğim beğenmediğim bi filmi yazmaya zaman harcamıyorum :)

şimdiden izlemeyenler için iyi seyirler diliyorum....

remember remember the fifth of november



işte sabah gözlerimi bu sözlerle açtım ben... sevgilim aradı sabah ben yatakta keyif yaparken

- bu gün ayın kaçı biliyormusun dedi...

bilmezmiyim hiç aslında dünde çok özel bir gündü bizim için...

'remember reember the fifth of november' dedi o da, 

bilmeyenler için anlatayım bu cümle, bence şimdiye kadar çevrilmiş en iyi filmlerden birinin dillere dolanan o meşhur sloganı...

v for vendetta

bu filmden bahsetmek için özellikle 5 kasımı bekledim....

sloganı gibi eminim her 5 kasımda hatırlayacağımız bir film bu.. konusunu hiç anlatmıyorum.. sadece izleyin... inanın pişman olmazsınız.

izlerken duygulanacaksınız, hayran olacaksınız, üzüleceksiniz, belki içinizdeki anarşist ortaya çıkacak :) ama ne olursa olsun izleyin... 

ve izlerken unutmayın o maskenin altında bir adam yok.............. 

4 Kasım 2010 Perşembe

yıllar insanı garipleştiriyor...


daha okul yıllarında ben kaskatı bir çocukken, sevgilisinden yeni ayrılmış derin acılar ! yaşayan arkadaşım yemek yediğimiz cafede çalan şarkıyı duyunca ağlamaya başladı...o hüngür hıçkırık ağlarken, ben yediğim hamburgerin içinden sevmediğim zerzevatları çıkarmaya konsantre olmuştum sadece.. o ağlıyordu, ben ise hiç oralı değildim... onun acı çekiyor olması o kadar manasızdıki bana göre.... bana göre onun yaşadığı durum insanı ağlatmaz, en fazla sinirlendirebilirdi çünkü... o ısrarla ağlıyordu... çevreye bakışlara aldırmadan, bense ısrarla hamburger yiyordum... 

nihayet ben, çok saçma dedim.. böyle zırlayıp duracakmısın çok aptal görünüyorsun...

o yüzüme baktı diyecek söyleyecek bişey yoktu çünkü bana anlatamayacağı şeyler yaşıyordu.. ağlamaya devam etti..

oradan bakılınca umursamaz görünsemde, okula döndükten sonra tüm öğleden sonrayı bunu düşünerek çeçirdim...

bir insan nasıl olurda bir şarkı duyunca ağlayabilir...

sonra eve gittim açtım müzik çaları en acıklı en dokunaklı şarkıları koydum test ettim kendimi . bırak ağlamayı, duygularım bile kıpırdanmadı hiç...

zaman zaman benmde canım yandı tabi.. bende üzüldüm bazı şeylere hemen koşa koşa eve gitim, yine bir şarkı açtım.. yok yok şarkı açtıkça ağlayacağım yerde u nutuyordum ben tüm yşadıklarımı... ya bende bir gariplik vardı ya onlarda...içten içe özendim böyle şarkılarda ağlayanlara... olmadı işte.. yıllar geçti böyle...

en kanlı en acımasız haberleri gözümü kırpmadan izledim hep.. bir ölüm haberi aldım. 'yazık' diyebildim en fazla. bir kaza görünce 'vah vah'...

geldi geçti yıllar...ne oldu nasıl oldu bilmiyorum ama şuan dünyanın en sulu göz insanı oldum çıktım... bir bebeğin dünyaya gelişi bile beni acayp ağlatabiliyor... heleki mutluluktan ağlamak bana öylesine saçma gelirdi ki... şimdi hiç tanımadığım insanların mutluluklarına bile ağlayabiliyorum.. duygulandırıyor

beni... yaşlı bir amca görsem sokakta, o kadar eziliyorki yüreğim... bir kedi bir köpek yavrusu sahipsiz herşey dokunuyor yüreğime, 

az önce bir şarkı duydum tv de eski çooook eski bir şarkı.. üstelikte hiçbir anısı yok bende, gözlerim doldu birden, pıt pıt iki tane yaş düştü... ve aklıma lisede ağlamasını aptalca bulduğum arkadaşım geldi...